Avrupa Yollarındaki Siyah Minibüsler ve Yolun Sonu [Erdoğan’ın Kirli Türkiyesi-9]

ERMAN YALAZ | HABER İNCELEME

Avrupa Parlamentosu’ndan bir milletvekili Doğu Avrupa ülkelerinden birine sığınmış Türkiyeli mültecileri ziyaretinde ilginç bir bilgi duydu. Parlamenterin muhatabı devlette uzun süre çalışmış bir kişiydi. Ve aynen şunu söylüyordu:  “Baskılar Türkiye ile sınırlı değil. Siyah minibüsler, transporterlar buralarda da etrafımızda dolaşıyor!”
15 Temmuz sonrası kurulan baskı rejiminden kurtulup Avrupa’ya ve dünyanın değişik ülkelerine sığınan binlerce kişi oldu. AKP hükümeti ve örtülü ödeneklerle hukuksuzluk inşa eden çete dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi Avrupa’da da av peşindeydi.  Hala Avrupa’da Amerika’da gazeteci, hakim,savcı, öğretmen, gönüllü peşinde bu yapı.
Daha iki gün önce Azerbaycan’da Gülen Hareketi’ne mensup oldukları gerekçesiyle gözaltına alınan Ayhan Seferoğlu ve Erdoğan Taylan çıkarıldıkları mahkemenin ardından tahliyelerine karar verildi. Ancak mahkeme çıkışında  kaçırıldıkları ortaya çıktı. Çete suç işlemeye devam ediyor.
ALMANYA’DA 6 BİN MİT MUHBİRİ
30 Ağustos 2016’da Yunanistan’ın Proto Thema gazetesi eski CIA ajanlarına dayandırdığı bilgilerle MİT’in, yurtdışına kaçan ya da sığınan askerlere yönelik suikast emri verdiğini yazdı.

Alman Die Welt gazetesi de aynı dönemde MİT’in Almanya‘daki istihbarat görevlileri ve sayıları 6 bini bulan “muhbirleri” ile, Türkiye kökenli Alman vatandaşlarını izlediğini ve baskı altında tuttuğu iddialarını yazdı. Hemen sonra Alman Der Spiegel’de yayınlanan MİT’in Fransa’daki 3 PKK’lı kadının infazından sorumlu olduğu haberi tartışmayı büyüttü. Derginin haberine göre,  Fransa’nın başkenti Paris’te 9 Ocak 2013 tarihinde PKK üyesi Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez’in öldürülmesinde Türk istihbarat örgütünün açık rol aldığı ortaya çıkmıştı.
CASUS İMAMLAR
Aralık 2016’da Diyanet’in  ‘casus imamları’ skandalı patladı. Diyanet’in Avrupa’daki yapısı Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne (DİTİB) imamları 38 ülkede 50’ye yakın rapor hazırladığı tespit edildi. Avrupa’daki Türk vatandaşları fişlenmişti, hem de cami imamları eliyle. Bilgiler MİT’e TBMM komisyonlarına rapor olarak gidince skandal belirginleşti. Konuyu en detaylı şekilde yazan Avrupalı gazetecilerden biri Deniz Yücel idi. Haksız tutukluluğunun ardında yatan nedenlerden biri de ‘casus imamlar’ gerçeğini dünyaya duyurmasıydı. Almanya, Hollanda, Belçika, Norveç gibi Avrupa ülkelerinde din diyanet işleriyle uğraşacak imamlar istihbarat örgütünün oyuncağı haline getirilmişti. Lahey Büyükelçiliği Din İşleri Ataşesi Yusuf Acar suç üstü yakalandı. Sonra sınırdışı edildi. Ayn günlerde Alman istihbaratı 13 imamı benzer çalışmalar içinde tespit etmişti. Evlerine baskınlar yapıldı. Diyanet imamları elçilikler kanalıyla jet hızıyla ülke dışına kaçırıldı.
ERDOĞAN’IN UZUN KOLU AVRUPA’DA
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından, yurt dışındaki temsilcilerden istediği raporlar doğrultusunda Meclis’teki ‘darbe komisyonu’na bir çalışma gönderildiği, raporlarda 38 ülkede Gülen Hareketi bağlantılı kişilere yönelik istihbarat ve fişleme yapılmıştı. Erdoğan’ın uzun kolu Avrupa’daydı. Üstelik Diyanet ve DİTİB eliyle icraatlar yapıyordu.
Meclise gelen raporlarda “İki üç kişi hariç çok nadiren cumaları ve bayramları camiye gelirler”, “Aktif olarak hiçbir faaliyette bulunmasa da halen gönül bağını devam ettirdiği söyleniyor,” “Ev hanımıdır” gibi ifadeler ve notlar vardı kişi listelerinin karşısında.
Almanya Federal Başsavcılığı, bu dönemde ‘bir ülke adına casusluk yapmak ve MİT’in Almanya’da Gülen Hareketi mensuplarına yönelik casusluk faaliyetleri’ başlığı ile iki ayrı soruşturma açtı.
GURBETÇİLERE CASUS OL BASKISI
İsveç Devlet Radyosu da, Avrupa’daki bir derneğin İsveç’teki Gülen Cemaati mensuplarına yönelik casusluk yaptığını ortaya koyan birr ses kaydı yayınladı. AKP’nin siyasi kolu gibi faaliyet yürüten Avrupalı Türk Demokratlar Birliği (UETD) İsveç Başkanı Özer Eken ile Murat isimli bir kişi arasında geçen ses kaydında Eken’in “Kardeşim, orada dönen bütün faaliyetleri senden isteyecekler. Eğer onlara adam gibi bir şey vermezsen bitersin… Tutuklanacaksın, karın da tutuklanacak. Karını rehin alacaklar… Bildiklerini anlatırsan pişmanlık yasasından yararlanırsın, doğrudan başbakana götürürüm bunu.” ifadeleri yer alıyordu. Casusluk için Türkiye’deki yakınları ile tehdit ediliyordu bu kişi.
İsviçre Federal Hükümeti yıllık raporunda, MİT’in İsviçre’de bulunan Türkiyeli göçmenleri ajanlığa zorladığını kayda aldı. 16 Nisan referandumunda oy kullanacak Türklerin, MİT tarafından izlendiğine ilişkin iddiaların soruşturulmasına karar verdi.
ONLARCA MİLYON DOLARLIK BÜTÇELER
Avusturya Yeşiller Partisi Güvenlik Sözcüsü Peter Pilz; Türkiye’nin Viyana’da büyükelçiliği aracılığıyla bir istihbarat ağı kurduğunu ve bu ağa ödeme yapıldığını tespit etti. Pilz’in ülke Meclisine sunduğu 36 sayfalık rapora göre, Türkiye Avusturya’da MİT ile koordineli 200 kişilik bir casus ağı kurmuştu. Bu ajanların işi  Erdoğan muhaliflerini Ankara’ya bildirmekti. Pilz raporunda aynen şu tespitleri yapıyordu: “MİT ile ATİB (T.C Diyanet işleri Başkanlığı’na bağlı Avusturya Türk İslam Birliği), UETD (Avrupa-Türk Demokratlar Birliği), MÜSİAD Austria (Müstakil İşadamları ve Sanayiciler Derneği Avusturya) gibi kuruluşlar aracılığı ile Avusturya’da yaşayan AKP muhaliflerini rapor edip merkeze bildiriyorlar. Türk Hükümeti her yıl düzenli olarak 20 ila 30 Milyon Euro bütçeyle bu oluşuma destek veriyor.” Yanlış okumadık, on milyon dolarlar bu hukuksuzluklar için tahsis edilmiş. Örtülü ödenekler, Saray ulufeleri bunun için dağıtılıyor.
SUİKAST HAZIRLIKLARI
Hedefte herkes vardı, Kürtler, muhalif politikacılar ve gazeteciler. 15 Aralık 2016 tarihinde Almanya’da adli bir operasyonda gözaltına alınan Denge TV muhabiri Mehmet Fatih Sayan’ın MİT ajanı olduğu ve PKK’lı Remzi Kartal ve Yüksel Koç’a suikast hazırlığında olduğu iddia edildi.
Benzer iddialar Can Dündar, Hayko Bağdat ve Gülen Hareketinin önde gelen isimleri içinde ortaya atıldı. Kısacası bu illegal yapılanma ve çetenin  hukuk tanımazlığı, sınır ötesine de taştı. Avrupa Birliği sınırları içinde olmayan ülkelerde, muhaliflerin ya da sığınmacıların sınır dışı edilmesi; bulundukları ülkelerden uzaklaştırılması için rüşvet vermek, yerel çeteleri devreye almak dahil her şey yapıldı.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRMELERİMİZ
Transporter çetesinin yurt içi ve yurtdışındaki yapılanması, işkence, fail-i meçhul ve adam kaçırmalara göz yumanların sorumlularını ortaya koymaya çalıştığımız yazı dizimizde bugüne kadar izah etmeye çalıştığımız olaylar ve suç çetelesi; büyük resmin sadece küçük bir parçası.
Yazı dizisinin başında bu yüzden şunları yazmıştık ilk satırlarda: “15 Temmuz kurgu darbesiyle istedikleri sonucu elde edemeyenler muhalifleri susturmak için 1990’larda JİTEM’in uyguladığı yöntemlere sarıldı. Adam kaçırma, işkence ve kötü muamele için Emniyet ve MİT’in içinde oluşturulmuş özel bir çete var. Bunlar iktidar sahibi AKP yönetiminden güç alan, Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük illerin  Emniyet Müdür ve Cumhuriyet Savcıları’nca tanınan ya da suçlarına göz yumulan kişiler. Bir başka tabirle akredite işkenceciler. Dün Toros’lar vardı, bugün Transporterler… Emniyet ve MİT’in işkencehaneleri ve dehlizlerinde binlerce insanlık suçu işlediler. Cinayetlerinin tamamı deşifre olmadı, ancak işkence ve adam kaçırma hadiseleri bir bir deşifre oluyor. Tabi bu suçları işleyenlerin  isimleri de. TR724 olarak bu haber dosyaları ile mağdurların sesinin bir kez daha duyulması; kayıp kişilerin biran önce bulunması ve varsa suçları gerçekten adalet karşısında kendilerine sorulması; işkence ve işkencecilerin deşifre edilerek, işledikleri cinayet ve insanlık suçlarının hesabının mutlaka hukuk devleti geri geldiğinde sorulmasını istiyoruz. Son sözlerimizi baştan yazalım: İşkence ve kötü muamele, adam kaçırmak bir insanlık suçudur. Zaman aşımı yoktur. İşleyenlere er geç adalet karşısında hesabı sorulur.”
İŞKENCECİLER MİT VE İLİŞKİLİ GÜVENLİK BİRİMLERİ
Özellikle 2014 sonrasında yapılan düzenlemelerle MİT hiçbir şekil ve şart ile soruşturulamayacak bir suç örgütü hüviyetine büründürüldü. Yazı dizisi boyunca işlediğimiz ve tespit ettiğimiz gerçekler, işkence ve fail-i meçhuller ile kaçırma olaylarında MİT ve irtibatlı güvenlik birimlerine işaret ediyor. Kaçırılan kişilere F..ö üyesi olmak, terör örgütü üyeliği, darbe vb. asılsız suçlamalar yöneltiliyor. Ceza yargılamasında bağımsız mahkemeler, maddi gerçeği arar ve usulüne uygun toplanmış her türlü delili kullanır. Ama bu yaşananlar olaylarda hiçbir mahkeme kararı yok. Hukuk devre dışı. Bir çete hukuku, devlet kurumları eliyle işletiliyor.
Başbakan ve Bakanlar Kurulu tarafından verilecek her türlü görevlerde MİT’in işleyeceği suçlarda sorumsuzluk kuralı getirildi. Kanuni düzenlemelerle Hükümet emri ile bir terör örgütüne silah yardımında bulunmak, bir terör örgütünün petrol ticaretine aracılık etmek, bir terör örgütü ile müşterek bir şiddet eylemi gerçekleştirmek suç olmaktan çıkarıldı. Somut örneğiyle düşünürsek, MİT tarafından IŞİD’e silah yardımı yapılsa ve bu silah yardımı Hükümetin emri ile olsa ulusal hukukta bu durum suç olmaktan çıkarıldı. İşte bu yaklaşım sadece MİT ve emniyet birimlerini değil;  yürütme organını yani hükümeti  legal ve yasalara bağlı olmaktan alıp; yasadışı, illegal bir yönetim haline getirdi. Sonuçta AKP hükümeti üst kadrosu ve oluşturduğu bu tür yapılar cezai sorumluluğu olmayan bir suç örgütüne dönüştü.
BÜYÜK FOTOĞRAFTA NE VAR?
Büyük fotoğraf şu ki; Türkiye’de 15 Temmuz ile birlikte Gülen Hareketi mensupları başta olmak üzere muhaliflere yönelik tasfiye, kitlesel gözaltı/tutuklamalar, işkence, kaçırmalar, şüpheli ölümler, hasta tutsaklar, intiharlar başta olmak üzere insan hakları ihlalleri ve insanlığa karşı suçlar yaygın ve sistematik bir hal aldı. Tablo her geçen gün daha da kötüye gidiyor.
Bütüncül bir şekilde bakıldığında görülen bir diğer yakıcı gerçek ise Türkiye’de sosyal bir gruba yönelik fiziksel soykırımın taşlarının döşenmesi. Erdoğan rejimi, iktidar gücü ve medya kontrolü sayesinde yaklaşık 3-4 yıllık zaman diliminde  Gülen hareketi mensuplarını toplumda tırnak içinde adeta  ‘şeytanlaştırma’ya çalıştı. Nefret dili ile tam bir korku devleti ve o devletin düşmanı-düşmanları inşaa edildi. Özellikle Erdoğan rejiminin sadık tabanında, toplumdaki her türlü kötülüğün arkasında Gülen Grubunu arama yönünde paranoyak bir ruh hali oluşturuldu. Bu ruh halinin kötülükleri artık sadece cemaati değil, toplumun tüm kesimlerini yakıyor. CHP, Kürt hareketi, yeni milliyetçi partiler ve muhalif her kesim bu yüzden hedefte.
BU SUÇLARIN ÖNÜ NASIL ALINIR?
Bu sorunun ilk ve önemli cevabı kamuoyu duyarlılığı oluşmasıdır. Adam kaçırma, faili meçhuller gibi doğrudan insan ve hayat hakkını ortdan kaldıran ihlal ve suçların tüm hukuki ve siyasi argümanlar kullanılarak önünün alınması gerekiyor bu yüzden.  İç hukuk işletilmiyor, mahkemeler ve emniyet, jandarma gibi kolluk güçleri kayıpları aramak yerine ailelere baskının peşinde. Yine kayıplar kadar önemli bir başka mevzu; tutsak durumda olan mağdurların işkence, kötü muamelelere karşı korunması.  Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, örneğin Avrupa Konseyine bağlı Avrupa İşkenceyi İnleme Komitesi ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi (OHCHR) gibi kurumların denetimlerini bu dönemde artırması şart. Siyasi, ekonomik yaptırımlarla hiç olmazsa bu illegal eylem, kaçırma ve insan hakları ihlallerine zemin hazırlayan yasal mevzuatın iptal edilmesine çalışılmalı.
TCK’DA; ANAYASA DA SUÇ, ULUSLARARASI HUKUKTAN KAÇIŞ YOK
Türk Ceza Kanunu’nun 94. ve 95. maddelerinde işkence ve eziyet açık şekilde insanlık suçu olarak düzenlenmiş. Yine Türkiye’nin taraf olduğu  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (3.madde)  İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (5.madde)  gibi uluslarararası düzenlemeler işkenceyi, kötü muamele ve kaçırılmaları yasaklıyor.  Halen bu yasal ve uluslararası düzenlemelere açıkça aykırı şekilde fiilî, fizikî, sözlü, sistematik ve devlet kontrolünde işkence, kaçırma ve fail-meçhuller icra ediliyor.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ‘nin 3. Maddesi ‘Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tâbi tutulamaz’ diyor. Yine İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 5. maddesinde ‘Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsani, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tabi tutulamaz.” deniliyor. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 18 Aralık 1992 tarih ve 47/133 sayılı kararıyla kabul edilen “Zorla kayıp Edilmeye Karşı Herkesin Korunmasına dair Bildiri” ile zorla kaybedilmeyi insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak niteleniyor.
CEZAİ SORUMLULUKTAN KAÇIŞ YOK
Anayasanın 17’inci maddesinde düzenlenen “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı: Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” hakları ihlal ediliyor. Mağdurlar hürriyetinden yoksun durumda. 2 yıldan uzun bir süre kayıp kişiler var. Anayasanın 19’uncu maddesinde düzenlenen “Kişi hürriyeti ve güvenliği: Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir” hükmü ve hakkı ihlal ediliyor. Yine mağdurların kendileri, eşi ve çocukları sürekli takip ve taciz ediliyor. Bu da Anayasanın 20’inci maddesinde düzenlenen “Özel hayatın gizliliği: Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir.” özgürlüğünün ihlali anlamına geliyor.
ENSEYİ KARARTMADAN MÜCADELEYE DEVAM
TCK’da işkence suçu en az 3 yıldan 12 yıla kadar cezayı gerektiriyor. Suç çocuğa, gebe kadına, avukata ya da başka bir kamu görevlisine karşı işlenirse ceza 8-15 yıl, cinsel yönden taciz şeklinde olduğunda 10 yıldan 15 yıla ceza hükmolunuyor. Öldürme, adam kaçırma, gibi suçlara ceza kanunlarında müebbete kadar cezalar verilebiliyor. Ancak bunun iç hukukta takipçisi olacak bağımsız yargı, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi gibi kurumlar işlemiyor. Onlarca anayasa maddesi ihlal ediliyor. Ama enseyi karartmadan bu suçlara ve çetelere karşı ses yükseltmek ve mücadele etmek gerekiyor. Sonuçta  işlenenler insanlık suçu, cezai sorumluluktan kaçış yok.
Erdoğan rejiminin yasadışı uygulamalarına karşı mücadele etmek, tek başına sadece bir insan hakları mücadelesi de değil. Bu mücadele sinsice taşları döşenen ve ayak sesleri duyulmaya başlanan soykırım girişimlerinin önünün alınması; ülkeyi iç savaşa sürükleyecek daha büyük yanlışların önlenmesi, toplumsal çatışmaların önünün kesilmesi mücadelesi. Daha büyük felaket yaşanmadan harekete geçilmesi şart. İnsanlığa karşı işlenmiş hiçbir suç cezasız kalmamış. Son söz olarak bu suçların da cezasız kalmayacağını hatırlatıyoruz. (TR724)
-SON-