Yüreğin Varsa O Zaman Efelenecektin!

Yorum | Ekrem Dumanlı

Şimdilerde Kaçak Saray’a danışmanlık yapan ama bir dönem laikçiliği elden bırakmayan birisi, 20 sene önce Boston’a gelmişti. Laf lafı açıyor, 28 Şubat’ın haksız uygulamaları dile getiriliyordu. Dinleyicilerden biri, “Yabancılar Türkiye’de yaşananlara bir anlam veremiyor; keşke siyasetin içinden birileri gelse de olayların perde arkasını ve gerginliğin sebebini buralarda anlatsa…” demişti. Şimdilerin ateşli danışmanı, “Yahu bizimkilerin üslubu o kadar kötü ki en haklı olduğumuz konularda bile haksız duruma düşeriz” demiş sonra da canlı bir kıyasta bulunmuştu: “Görmüyor musunuz, Amerikalılar en azılı düşmanlarından bile bahsederken sayın demeyi ihmal etmiyor. Bizimkilerde üslup yok ki; ha bire hakaret ediyorlar birbirlerine…”

Haklıydı.

Yargıtay Başsavcısı sıfatını taşıyan bir adam (Vural Savaş), bir partinin kapatılması için hazırladığı iddianameyi anlatırken “vampir, habis ur, kan emici vampirler” gibi ifadeler kullanabiliyordu. Medyanın da siyasetin de dili bozulmuştu. Ne var ki siyasetin başındaki öncüler hala belli bir nezaket sınırında duruyor, üslupsuz yaklaşımların sokağa kadar inmesine izin vermiyordu.

20 sene önce devlet ve medya imkânları kullanılarak aşağılanan siyasal İslamcılardı. İrtica odağı olmak, gerici eylemlerde bulunmak gibi klasik ithamların ötesine geçilmişti. Siyasal İslamcılığı temsil edenler, onca çirkin lafa rağmen üsluplarını belli bir çerçevede tutmaya gayret ediyor; bu ezilmiş halleriyle sempati kazanıyorlardı…
Ya şimdi!
Mazlum ve mağdur mevkiinden kalkıp İktidar koltuğuna kurulunca, gecekondulardan çıkıp saraylarda yaşamaya başlayınca durum değişti. Son günlerde sarf edilen laflar, mazideki mütevazı söylemle şimdiki kibir dolu duruş arasındaki uçurumu ele veriyor.
“Ulan” diye başlıyor söze AKP Genel Başkanı Erdoğan. “Be ahlaksız” diye devam ediyor, hızını alamamış olsa gerek ki “Be hain” demeyi ihmal etmiyor. Öfke selinden nasibini almayan yok “Sanatçı olsan ne yazar” deyip bir salvo da sanat camiasına atarken muhalefeti hiç es geçmiyor.
Şu sıralar MHP Genel Başkanı Bahçeli sağlı sollu saldırılardan sıyrılmış görünüyor. Bir zamanlar “Çocuksuz” lafından başlayıp en ağır hakaretlere maruz kalmıştı Devlet Bey. O günlerde cevabı çok sertti ama “Önce Bilal’i teslim et” stratejisinden geri dönen Devlet Bey artık ‘Kaçak Saray’ın arka bahçesinde şınav çekmekte…
Listenin başında CHP ve lideri var. “Ulan” diye kükreyerek CHP saflarına dalıyor Reis. Ardından başkaları… O kadar ki Dışişleri Bakanı unvanını taşıyan Mevlüt Çavuşoğlu, CHP milletvekili Öztürk Yılmaz’ın eski Musul konsolosu olmasını gündeme getiriyor ve diyor ki “Sen benim memurumdun!”
Haydaaa!
Ne demek şimdi bu?
Kastedilen şu olsa gerek: “Sen eskiden konsolosken ben senin patronundum.” Zannedersin ki bakan, eskiden aile şirketinde çalışan bir kişiyi azarlıyor. “Benim işçim, benim köylüm, benim bakanım, benim milletim” gibi her kesimi kendine doğrudan bağlayan Reis üslubu, alt kadrolara böyle yansıyor demek ki. Oysa bahsettiği kişi bir şahsın değil devletin memurudur…
Hakaret bir kere başladı mı, fezlekeler de yağmur gibi yağıyor.
Kural şu: Reis birine efelendi mi, mesajı alan savcılar derhal bir fezleke düzenleyip hedefe konulan kişiye hapishane yollarını gösteriveriyor. Tıpkı HDP lideri Demirtaş ve çok sayıda milletvekili gibi… Sıranın kendine geleceğini hesaplayamayan ve dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet diye CHP’de ilk kurban partinin genel başkan yardımcısı Enis Berberoğlu oldu. Sırada başkaları da var.
Ne yazık ki iktidar mensuplarının üslup bozukluğunu mertlik ve cesurlukla karıştıran; hatta bu külhanbeyi ağzını taklit etmekle bir yere varacağını sanan geniş bir kitle var Türkiye’de. Onlara göre Reis’in bu tarzı doğal bir kendini ifade biçimi. İşte tam bu noktada şu soru geliyor gündeme: Reis bu pervasız dili parti kurulduğunda da kullanıyor muydu? Mesela siyasi rakiplerine, yargıya, medyaya “ulan hainler” diye hitap edebiliyor muydu? Partisini kapatmaya teşebbüs edenlere aynen bu günkü gibi hakaretamiz laflarla yüklenebiliyor muydu? Gece yarısı yayınladığı bildiriyle, cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğrudan müdahale eden Genelkurmay’a aynı külhanbeyi ağzıyla cevap yetiştirebiliyor muydu? Sorular sorular… Yüzlerce örneği olan sorular. O günkü dut yemiş bülbüller bugün kartalmış gibi davranmıyor mu?
Cesaret denilen meziyet, bütün erkleri (ipleri) eline geçirdikten sonra ona buna kükremede değil; zayıfken, haksızlığa maruz kalmışken, hakkını ararken sergilediğin davranışta gizlidir. Güçsüzken mütevazi bir dil seçip iktidara geldiğinde herkese saldırmanın, hakaret etmenin cesaretle, faziletle, devlet adamlığı ile ilgisi olamaz.
Siyasetin dili kirlendi ve herkesi kirletti.
Hiçbir dönemde bu kadar üslup bozukluğu yaşanmamıştı. Demirel’in, Ecevit’in, Erbakan’ın, Baykal’ın, Erdal İnönü’nün, Çiller’in, Gül’ün hiçbir zaman bugünkülerin nezaketsizliğine, meyhane ağzını siyasete taşıdığına şahit olmadı Türkiye. Nezaketten, nezahetten, zarafetten uzak, saldırgan ve kutuplaştırıcı dil, halkı da hiddet ve şiddete davet ediyor. Ve ilginçtir, siyasetteki bu saldırgan dili toplum kanıksadı. Kimse yadırgamıyor artık bu kaba saba yaklaşımları.
Yazının başında 20 yıl önceki siyasilerin üslubundan rahatsızlık duyduğunu söyleyen Saray Danışmanı ne mi yapıyor?
Ne yapsın, avuçlarının içi şişecek şekilde Reis’in hakaretlerini alkışlıyor.
O günkü siyasetçilerin bugünküne göre çok kibar kaldığını çoktan unutmuş; o da maaşını aldığı adamlar gibi arada bir etrafına ayar veriyor, efeleniyor.
Kime mi?
Bazen ABD’ye verip veriştiriyor, onları savaşla tehdit ediyor: Bazen de muhalefeti kalbinden vuracak (!) salvolar sergiliyor.
E böyle bir ortamda liberal maskeli adamdan demokrat bir tutum sergilemesi de beklenemez ki…
(TR724)