‘Adalet’ İşi Tamamdır İnşallah, Şimdi Sıra ‘Kalkınma’da…

Yorum | Bülent Keneş

Güya hem adaleti hem de kalkınmayı ihya etmek için yola çıkmışlardı. Şimdilik rakamlara yansıdığı kadarıyla “adalet” işinin icabına hakkıyla bakmışlar. Sırada artık hormonlu verilerle, manipüle edilmiş rakamlarla allayıp pullayıp makyajlayarak piyasaya sürdükleri başarı hikayeleriyle coşup dalgalanan “kalkınma” var… Hiç merak etmeyin onun da icabına bakmalarının eli kulağındadır…
14 Ağustos 2001’de yola çıktıklarında “Hukukun üstünlüğünü esas alan devlet, vatandaşlarının özgürlük ve haklarının teminatıdır,” demişlerdi. Demeye öyle demişlerdi ama 15 yıllık iktidarlarının sonunda, Dünya Adalet Projesi’nin yayınladığı “Hukuk Devleti Endeksi”ndeki genel ortalama itibariyle 113 ülke arasında Türkiye’yi bileğinin hakkıyla dipten 101. sıraya yerleştirmek kendilerine nasip oldu.
Bu 101’inciliğin ne menem bir şey olduğunu merak edenler için, basit bir mukayese imkanı vermesi açısından, anayasal ve kurumsal yetkililerin hukuk önünde hesap verebilirliği, basın ve sivil toplum gibi hükümet dışı kontrol ve denetimleri bakımından 1. sırada yer alan Danimarka’nın 100 üzerinden puanı 94 iken, Türkiye’nin puanının sadece 30 olduğunun altını kalın bir kalemle çizelim. Bu skoruyla kendi gelir grubundaki 36 ülke arasında 35’inci, içinde bulunduğu bölgedeki 13 ülke arasında 13’üncü olmak İslamofaşist Erdoğan rejiminin temellerini atan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin “adalet” hedefinin ters yönünde ilerlerken ne kadar yol aldığına dair fazla bir söze hacet bırakmıyor.
VAAT ETTİKLERİNİN TERSİNİ YAPMAKTA BÜYÜK BAŞARI YAKALADILAR
“Dolayısıyla hukuk devleti olmayan ve hukukun hâkim olmadığı bir toplumda demokratik rejimden bahsedilemez,” demişlerdi. Sanki “bahsedilemez” dedikleri şeyi vaat etmişlermiş gibi gereğini hakkıyla yerine getirdiler. Aynı endekste demokratik bir hükümetin olmazsa olmazlarından olan “açıklık”, yani toplumla bilgi paylaşımı, hükümeti hep hesap verebilir bir konumda tutabilmesi için halkın gerekli araçlarla donatılması, kamu politikalarının hazırlanması safhasında vatandaşların katılımının sağlanması konusunda Türkiye’yi 42 puanla 113 ülke arasında 93. sıraya getirip oturttular.
Kamuoyunu bilgilendirme konusunda 100 üzerinden 44, bilgi edinme hakkına riayet konusunda 53, vatandaşların karar alma süreçlerine katılımı konusunda 23, şikâyet mekanizmalarının işlevselliği bakımından 47 puanlık bir “açıklık” rejimiyle karşı karşıyayız anlayacağınız. Bu alanda 1. sırada bulunan Norveç’in genel puanı ise 88. Yani AKP hükümeti Norveç hükümetinin yarısı kadar bile halkına ne güven ne de saygı duyuyor. Bu skoruyla Türkiye, kendi gelir grubundaki 36 ülke arasında 31’ciliği, kendi bölgesindeki 13 ülke arasında 11’ciliği haketmiş.
“Demokrasinin hukuk yoluyla varlık kazandığı demokratik hukuk devletinde; hukukun evrensel ilkelerine saygı, hak arama yollarının açık tutulması, kanun önünde eşitlik, bireysel hak ve özgürlüklerin korunması, devletin hukuka bağlılığının güvence altına alınması temel değerlerdir. Bu değerlerin hayata geçirilmesi anayasa, yasalar ve bağımsız bir yargı ile mümkündür,” demişlerdi, ama yaptıkları dedikleri gibi hiç olmadı. Şimdi bu dediklerini tek tek ele alalım.
“Hak arama yollarının açık tutulması,” tarafsız ve bağımsız yargı imkanına erişebilirliğin ve buna maddi açıdan güç yetirebilirliğin yüzde 48 olduğu bir ortamda ne kadar mümkün olabilir? Peki yargının ayrımcılıktan azadeliğinin yüzde 32 olarak ölçüldüğü bir ortamda “kanun önünde eşitliğin” esamesi okunabilir mi? Öte yandan, yargının hükümet etkisinden azadeliğinin yüzde 23 olduğu bir ülkede “devletin hukuka bağlılığının güvence altına alınması” herhalde ancak hayal kabilinden olabilir. Bunların üzerine bir de yolsuzluktan azadelik oranının sadece yüzde 44, “geç gelen adalet adalet değildir” ilkesine sadakatin ise sadece yüzde 37 olduğu bilgisini eklediğinizde “hukukun evrensel ilkelerine saygı”dan ne kadar bahsedebilirsiniz ki?
“KANUN DEVLETİ”Nİ YIKIP YERİNE “FERMAN DÜZENİ”Nİ İKAME ETTİLER
“Ülkemiz bugün hukuk devletinden ziyade kanun devleti görüntüsü vermektedir. ‘Devletin hukuku’ yerine ‘hukuk devleti’ anlayışının esas olması gerekir. Kanunları hukuka, hukuku evrensel adalet ve insan hakları esaslarına dayandırmadıkça, Türkiye gerçek bir hukuk devleti olamaz ve uluslararası camiada saygın bir yer edinemez,” demişlerdi. Malumunuz atalarımız da “yiğidi öldür hakkını yeme” demişler. Biz de öyle yapalım ve haklarını yemeyerek kabul edelim ki, hukuku hakikaten de “devletin hukuku” olmaktan çıkarmayı başardılar. Yerine neyi mi koydular? İşte orası biraz sorunlu. Çünkü, yerine “hukuk devleti”ni değil, tek adamın yani Erdoğan’ın hukukunu, daha doğrusu “ferman düzeni”ni ikame ettiler.
“Hukuku evrensel adalet ve insan hakları esaslarına dayandırma” iddiasından yola çıkıp vardıkları yer ise ferman düzeninden bile vahim oldu. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde tanımı yapılan temel insan haklarına uyma ve hukukun üstünlüğü ilkesinin gereklerini yerine getirme performanslarına biraz daha yakından baktığımızda meramımız umarım daha iyi anlaşılacaktır.
Hukuk Devleti Endeksi’nde “hukuku evrensel adalet ve insan hakları esaslarına dayandırma” konusunda 1. sırada yer alan Finlandiya’nın puanı 91 iken, 107. sıradaki Türkiye’nin performansının karşılığı 32 olmuş. Kendi gelir grubundaki 36 ülke arasında 34., bölgesindeki 13 ülke arasında ise 13.’lüğe oturuvermiş. Doğrusu adaletimizin ve kalkınmamızın biricik teminatı AKP ve onun biricik despotu Erdoğan bu skoru hak edebilmek için ne gerekiyorsa yapmaktan geri durmamış. Ayrımcılıkta 100 üzerinden 43, yaşama ve güvenlik hakkı konusunda 38, yargı süreci konusunda 43, ifade özgürlüğünde 22, inanç özgürlüğünde 21, özel hayatın korunması konusunda 27, örgütlenme özgürlüğü alanında 26, işçi hakları konusunda 36’lık puanıyla insan haklarını ilgilendiren konu başlıklarının çoğunda geçer notun yarısını bile almayı başaramayıp sınıfta kalmış.  “Partimiz, toplumsal düzenin teminatı olan adalet sistemine azami ölçüde güvenin tesisini sağlayacaktır,” demişlerdi. Türkiye’de yapılan manüplatif anketler bile yargıya güvenin yüzde 30’lara ve hatta yüzde 20’lere inerek yerlerde süründüğünü göstermişti. Söz konusu endeks de farklı bir şey söylemiyor aslında. “Zorlayıcı düzenlemelerin adil tatbiki,” biz buna hukuk önünde eşitlik de diyebiliriz, konusunda 1. sırada yer alan Hollanda 100 üzerinden 88 puan alırken, 113 ülke arasında bu alanda 84. olan Türkiye’nin toplayabildiği puan 44’ten ibaret. Bu skoruyla Türkiye kendi gelir grubundaki 36 ülke arasında 34., 13 bölge ülkesi arasında 9. olabilmiş.
YOLSUZLUKLARLA KOKUŞMUŞ BİR DÜZEN ADALETSİZLİĞİN ŞİARIDIR
“Şeffaf ve yolsuzluklardan arınmış bir düzen ancak adaletin işlemesiyle mümkündür. Partimiz bireylerin gündelik yaşamından uluslararası ilişkilere kadar önem taşıyan adalet sisteminin karşı karşıya kaldığı sorunları çözmeyi öncelikli hedefleri arasında görür,” demişlerdi. Yaptıkları ise bambaşka bir şey oldu. Yolsuzluktan azadelik konusunda yürütme organlarının yüzde 47’lik, yargı organlarının yüzde 57’lik, polis ve ordunun yüzde 64’lük, yasama organının yüzde 31’lik bir performans sergilediği bir düzen başlı başına adaletin işlemediğinin bir delili olarak tersini savunanların gözlerine sokulabilir.
Yukarıda da bahsettiğimiz yargı sisteminin herkes tarafından erişilebilirliği, maddi açıdan güç yetirilebilirliği, ayrımcılıktan uzaklığı, yolsuzluklardan ve kamu görevlilerinin uygunsuz etkilerinden azadeliği ile verilen hükümlerin etkili bir şekilde uyulanabilirliğini ölçen “sivil adalet” kıstaslarına göre, Türkiye’nin durumunu anlatmaya tek başına, kararları yürütme, yargı ve yasama dahil herkesi bağlayan Anayasa Mahkemesi’nin Şahin Alpay ve Ahmet Altan’ın tahliyesi konusunda verdiği kararın alt mahkemeler tarafından paspasa çevrilmesi yeter. Yeter yetmesine ama bu konuda bir de rakamların diline müracaat edelim bakalım. “Sivil adalet” konusunda 1. sırada yer alan Hollanda bu konuma 87 puanla otururken, Türkiye’nin 44 puanının karşılığı 113 ülke arasında 94’üncülük olabilmiş ancak. Bu skorla kendi gelir grubundaki 36 ülke arasında 34., bölgesindeki 13 ülke arasında ise 13. olabilmiş.
Bir de bunun tabi “ceza yargılaması” kısmı var. İnsanları ipe götürebilecek bu yargılamanın ciddiyeti, yine endeksin sağladığı verilere göre, tam evlere şenlik. En az 4 bin 424 yargıç ve savcının görevden alındığı, sorgusuz sualsiz 2 bin 431 yargıç ve savcının hapse atıldığı, 1,100’den fazla avukatın takibata uğrayıp 570’inin hapsi boyladığı, onbinlerce polisin görevden alınıp binlercesinin hapse atıldığı bir ülkede polisler, avukatlar, savcılar, yargıçlar ve cezaevi görevlilerini de kapsayan suçluların hukuk çerçevesinde yargılanarak uygun bir şekilde cezalandırılmasını düzenleyen “ceza yargılaması” konusundaki durum hakkında fazla söze hacet yok aslında. Endeks de bu bulguyu teyit ediyor zaten. 113 ülke arasında 1. sırada yer alan Finlandiya’nın 85 puan aldığı endekste sadece 40 puan toplayabilen Türkiye ancak 74. sıraya yerleşebilmiş. Bu skoruyla kendi gelir grubundaki 36 ülke arasında 24., 13 bölge ülkesi arasında ise 8. olmayı başarmış. Helal olsun.
Detaylar ise bu kadar bile iç açıcı değil tabii. Türkiye etkili soruşturmada 51 puanı, zamanında ve etkili yargılamada 40 puanı, etkili denetim sistemine sahip olmada 44 puanı, ayrımcılıktan uzaklığı 31 puanı, yolsuzluktan azadeliği 53 puanı, uygun olmayan hükümet etkisinin yokluğunda 15 puanı hak etmiş. Bir başka deyişle bu alanda da dökülmüş.
TEK DERTLERİ ADAM TAVLAMAK, İNSAN ÜTMEK VE OYALAMAKTAN İBARETMİŞ
“Yukarıda zikredilen tespit ve ilkeler doğrultusunda Partimiz, aşağıdaki politikaları hayata geçirecektir,” demişlerdi ve aşağıdakileri de kapsayan bir dizi kulağa hoş gelen vaatte bulunmuşlardı. Meğer dertleri sadece adam tavlamak, insan ütmek ve gizli ajandalarını uygulamanın koşulları oluşuncaya kadar milleti alçakça yalanlarla ahmak yerine koyup oyalamaktan ibaretmiş.
AKP resmi sitesindeki parti programında hala “Kuvvetler ayrımı ilkesi hassasiyetle uygulanacaktır. Yasama, yürütme ve yargı güçleri arasında denge ve denetim sağlanacaktır,” ifadelerini hiç utanmadan tutuyorlar. Yosmalaştırdıkları “adelet”i partinin kapatması yaptıktan sonra güçler arasındaki denetimin de, dengenin de, yengenin de ırzına fiilen geçeli çok oluyor oysa. “Parlamentonun yasa çıkarmada ve denetimde etkin, bağımsız ve verimli olması için gerekli düzenlemeler yapılacaktır,” demişlerdi ya ha işte o parlamentoyu önce tuzluğa çevirip sonra fiilen ortadan kaldırdılar. Koskoca Meclisi omurgasız, şahsiyesiz, haysiyetsiz bir güruhun omuzlarına basarak alay konusu olan bir iktidarsızlar kümesine dönüştürdüler. Frensiz, kontrolsüz ve dengesiz, gücü olanın kafasına göre takıldığı tuhaf mı tuhaf bir rejim ihdas ettiler. Bu korkunç keyfilik, serserilik ve başıbozukluk, yazı boyunca verilerini kullandığımız endekse de yansımış doğal olarak.
ENDEKS, ‘SİYASETE İTLİKLE YARGI DENETİMİ AYNI ANDA OLAMAZ’ DİYOR
Mesela, endeks yürütme üzerindeki yasama denetimini 100 üzerinden 40 puanla şereflendirmiş. Çay bahçelerinin yamacında peşkir giydirilmekle kalmayıp “siyasetin itliğine” layık görülen yargının hükümet üzerindeki denetimi ise 100 üzerinden 28 olarak tespit edilmiş. “Bağımsız denetim” diye bir kategori olduğu için oraya da 29 puanı yapıştırmışlar. Medya ve sivil toplumu kastederek “hükümet dışı denetim” konusunda layık görülen puan 22 olmuş. Resmi makamların yaptığı yanlışlara yönelik yaptırımlardaki durum ise 28 puanla derecelendirilmiş. Yürütmenin, yani hükümetin, hatta daha doğrusu tek muktedir olan Erdoğan’ın sınırlanması konusunda endeks yine de çok iyimser davranmış bana kalırsa.
Şimdi de biraz gülelim ağlanacak halimize: “Anayasanın ve kanunların herkesi bağlayıcılığına dair ilke titizlikle uygulanacaktır. Kurallara uymama alışkanlığı ortadan kaldırılacak, kayıt dışılık her alanda önlenecek, kanunlar ve kurallar konuldukları amaç doğrultusunda uygulanacak ve bunların kalitesi evrensel standartlara kavuşturulacaktır. Yargıç tarafsızlığı ve yargı bağımsızlığı tam olarak sağlanacak, yargıç güvenceleri korunacaktır,” demişlerdi. Aynen de öyle yaptılar değil mi? Beğenmediği kararların içine tükürdüler, o kararları veren yargıçları hapse tıkadılar, yolsuzluklarının, hukuksuzluklarının üzerine giden savcının, polisin, yargıcın analarından emdiği sütü burunlarından getirdiler. Devleti, adi bir suç şebekesinin tetikçisi, yargıyı “iktidarın iti” haline getirmeyi nihayet becerdiler.
“Hukuk eğitiminden başlamak üzere hukukçuların niteliklerini arttıracak reformlar gerçekleştirilecek, avukatlara, hakimlere ve savcılara uzmanlıklarını geliştirebilecekleri yurt içi ve yurt dışı mesleki eğitim olanakları sunulacaktır… Yüksek mahkeme üyelerinin belirlenmesi usulü, mahkemelerin bağımsızlığı, mesleki ölçütler ve seçim yapacak organlar demokratik ülke deneyimleri dikkate alınarak yeniden düzenlenecektir,” demişlerdi. Şimdi ise, 2 yıllık partili avukatları ağır ceza hakimi, okuma yazması, okuduğunu anlama kapasitesi olup olmadığı şüpheli radikal İslamcı militanların binlercesini savcı, hakim kadrolarına yerleştiriyorlar. Yüksek yargı üyelerinin seçim ve atamasında ise, hukuki kriterlerin el alçağına bile müracaat edilmeksizin tek kriter hayata geçirilmiş durumda: İslamofaşist Erdoğan’ın tercihleri, talepleri ve memnuniyeti… O kadar.
NECİP MİLLETİMİZ MÜSTAHAKKINI BULMUŞ, HAYRINI GÖRSÜN!
Daha bir sürü cafcaflı vaatten sonra parti programının hukuk ve adaletle ilgili bölümünü “Partimiz hukukun üstünlüğüne dayalı yönetim anlayışının teminatı olacaktır,” cümlesiyle bitirmişlerdi. Hukukun üstünlüğüne dayalı yönetim anlayışının belki teminatı olamadılar ama hakkıyla katili olmayı başardılar. Böylece necip milletimizin layık olduğu bir düzeni de kurmuş oldular. Hadis-i Şerif’in bir mucizesi de böylece bir daha hayat bulmuş oldu. “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz”in sırlarından biri şayet yönetilme tarzından kitlelerin memnuniyetini izhar ise, elimizdeki verilerle necip milletimizin “eski hal muhal” deyip yeni hali bayağı benimsemiş olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Neticede, birçok kamuoyu araştırması bu tespiti doğrular nitelikte.
Kadir Has Üniversitesi’nin önceki gün yayınladığı “Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması”nın sonuçları kelimenin tam anlamıyla ibretlik. Bu araştırmaya göre, Erdoğan’ın mevcut yönetim şeklini “destekleyenlerin” oranı yüzde 49,7. Partizan birer milis gücüne dönüştürülen polis ve jandarmaya güven ise zirvede. Halkın en çok güvendiği kurumların başında bu yıl ilk kez yüzde 62,3’le polis, yüzde 60,8’le jandarma gelmiş. AKP’nin uzantısı, Erdoğan’ın emir eri haline getirilen orduya güven bile yüzde 60’a çıkmış.
Alan razı, satan razı. Kitleler bilerek ya da bilmeyerek başlarına gelen felaketten zevk almanın yolunu çoktan bulmuşsa bize söyleyecek söz düşmez. Neticede necip milletimiz müstahakkını bulmuş, hayrını görsün!
(TR724)