Tek Adam Rejiminin Son Sahnesi / Yorum | Ekrem Dumanlı

AK Parti’yi, sanıldığının aksine, Erdoğan kurmadı. Kuramazdı da zaten. Siyasi yasak vardı üzerinde. Milletvekili olması da imkânsızdı.

Partiyi Abdullah Gül ve Bülent Arınç kurdu aslında. Risk aldılar. Millî Görüş için efsane lider sayılan Erbakan’a baş kaldırarak kurulan parti, reformist bir çizgi izlemeyi vaat ediyordu. Ezber bozan ‘demokratik yaklaşımlar’ Türkiye’nin ihtiyacı ile örtüşüyordu.

Gül ve Arınç bir gün kafa kafaya verip Erdoğan’ı konuştular. İkisi de aynı kanaate sahipti: Parti’nin büyümesi için Erdoğan da işin içine dahil edilmeliydi. ‘Şiir okuduğu için hapse atılan ve belediye başkanlığından azledilen bir adam’ partiye çok şey katabilirdi. İlk fırsatta uçağa atlayıp İstanbul’a geldi kurucu üyeler. Erdoğan’ı Parti’ye davet ettiler; siyasi yasaklı olmasına rağmen partinin lideri haline getirdiler. Parti iktidara geldiği halde Erdoğan sadece ‘Parti Lideri’ olarak kaldı, Gül Başbakan oldu…
Uzun hikâye.
Şimdi bol keseden atıp tutanlar o gün ortalarda yoktu. Bir kısmı da bahsi geçen kadroyu bir kaşık suda boğabilmek için hazırlık yapıyordu…
Şimdi Erdoğan defalarca gündem oluşturarak hem Gül’e hem Arınç’a demedik söz bırakmadı. Onları ‘Kemal’in kayığına binmekle’ itham etti. Aslında ilk defa olmuyor bu. Daha önce de ‘Reis’ parti içinde ‘özgül ağırlık’ taşıyan kişileri hedef almıştı. Özellikle Gezi Olayları sırasında empati yapmayı teklif eden parti öncülerine ağır eleştiriler yöneltmişti. Şimdi daha şiddetli salvolar yapılıyor. Daha da artırılacak eleştirilerin dozu ki hesap kapatılabilsin.
Hangi hesap?
AK Parti’nin kuruluş felsefesinden geriye kalan her şeyin hesabı! Artık 2002’de kurulan özgürlükçü partiden geriye bir şey kalmadı. Artık AKP, tek adam rejiminin açık adresidir.
Tek adam!
Her şeyi bilen, her şeye karar veren “karizmatik lider”. Aykırı sese müsaade etmiyor. Etmeyecek de!
Tek adam rejiminin tek bir kutsalı var: Reis!
Şayet Reis’in dediği her sözü kutsal bir emir gibi algılıyorsanız sizden iyisi yok. Her türlü desteğinize rağmen bazen tereddüt geçiriyorsanız; hatta sorguluyorsanız, alnınızın tam ortasına ‘hain’ yaftası yemeniz kaçınılmaz…
AK Parti’nin kuruluş ve yükseliş aşamasındaki toparlayıcı, kucaklayıcı, ufuk açıcı söylem nerede; bugün “metal yorgunluğu” mazeretiyle evlatlarını yiyen sonradan görme kadrolar nerede!
Dün keskin bir şekilde AK Parti düşmanı olan kişilerin bugün Reis ve yardakçıları tarafından el üstünde tutuluyor olması tesadüf mü peki! Unvanı provokatör/fabrikatör olarak tarihe geçmiş Perinçek’in sırtlarda taşınmasından yola çıksanız Ergenekon’un Erdoğan’ı nasıl esir aldığını ayan beyan görmüş olursunuz.
BUGÜNKÜ DOST VE MÜTTEFİKLERE BAK
Bir zamanlar ‘hain, düşman’ gibi sıfatlarla yad ettikleri ne kadar ‘abdestsiz, namazsız, din karşıtı…’ adam varsa bugün hepsi ‘dost, müttefik, stratejik ortak’ olarak görülüyor. Dün aynı safta demokrasi mücadelesi verdikleri ne kadar kişi/grup varsa onların nerdeyse tamamı ‘hain, kumpasçı, terörist’ ilan edildi. Tek adam rejimleri ancak böyle inşa edilebilir çünkü…
Hiçbir kutsalı kalmadı Parti’nin. Ölçüsü de yok. Felsefesinden eser de kalmadı.
İyi ile kötüyü, yanlış ile doğruyu ayırt edici tek kriter kaldı iktidar partisinin elinde: Erdoğan. Tek adamı seven katil ve cani de olsa makbul: tek adam rejiminin yol açacağı sorunları dile getiren herkes merdut duruma düşmüştür maalesef. Bu mantıksız ve insafsız kritere yürekten inanan bir kitle var artık.
İşin daha kötüsü, Erdoğan’ın da bu vahim ölçüsüzlüğe cidden inanıyor olması. Kendisine/icraatlarına dair olumsuz düşünce serd eden herkesi (ki bu insanlara bir zamanlar kardeş diye hitap ediyordu) aşağılayan, tahkir/ tezyif eden Erdoğan, kendisine ölçüsüz bir şekilde övgüler düzen kişilere karşı tek bir kelime ile ikaz ya-pa-mı-yor!
Ölçüsüz övgüler!
Haddini aşan lafları buraya tek tek yazsam satırlar kifayet eder mi? Neler demediler ki RTE için. Allah’ın sıfatlarını taşıdığını söyleyeni mi ararsın, ona peygamber benzetmesi yapanı mı… edilen lafların saçmalığı/sapkınlığı bir yana, dinen de mahzurlu olduğu aşikâr. Bu tür ipe sapa gelmeyen taşkın laflar adamı dinden imandan çıkarır mi çıkarmaz mı? Bal gibi çıkarır; ama laf gelip RTE’de düğümlendi mi kantarın topuzu kaçıveriyor. En sonuncusu tek marifeti Erdoğan’ın şoförlüğü ve sırlarına vukufiyeti olan bir milletvekili, Meclis kürsüsünden “Tayyip Erdoğan bizim mabudumuz” bile dedi.
Ölçülerin alt üst olmasına neden olan kişiden bir kerecik olsun “Yahu ne yapıyorsunuz, elfaz-ı küfür sayılan laflarla beni de kendinizi de zor duruma sokuyorsunuz” diyemiyor. Aleyhinde sarf edilen tek bir cümleye karşı etrafı yangın yerine çeviren Erdoğan kendisine Tanrı muamelesi yapanlara tek bir kelam etmedi; etmiyor. Hatta o da o coşkun söylemlere katılıp “Rahmetimiz gazabımızı geçmiştir” gibi Cenab-ı Hakka ait bir cümleyi kendisine yakıştırabiliyor?
Devlet kadrosuna alınmasını isteyen üç beş isçiye bile “Yahu ne kadrosu!” diye çıkışan Erdoğan kendisine Tanrı-Peygamber benzetmesi yapan meczuplara iki kelam edemez miydi bu zamana kadar?
TEK SUÇLU ERDOĞAN’IN KENDİSİ Mİ?
Erdoğan’ın bu hale gelmesinin sorumlusu kim? Sadece kendisi mi?
Tabii ki hayır.
Bir çırpıda gelmedi bu kâbus. 2010’daki yüzde 58’lik oydan sonra tekebbür her alanda hissedilmeye başladı. En yakın ‘dava arkadaşları’ ve parti kurucuları, kibir dolu saldırganlık baş gösterdiğinde sus pus olmamalıydı. Zulüm dalga dalga yayılırken manzarayı masa altına gizlenerek geçiştirmeye çalışanlar kendi sonlarını da hazırlamış oldu. Ortak akıl yerle bir edilirken, ortak vicdan kapalı kapılar arkasındaki ürkünç fısıldaşmalara mahkûm edilirken Erdoğan’a itiraz edemeyenler, tek tek harcandı.
Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ın azar üstüne azar yemesi ve sıfırlanması “içteki denge unsurlarının tamamen yok edilmesine dikilen son mezar taşıdır. Parti içinde tek bir muhalif cümle sarf edecek adam kalmadı.
Şimdi yeni bir safhadayız. Değer üretemeyen bir siyasi narsisizm kendine tapınma refleksiyle sürekli bir anti tez oluşturmaya mahkûm; ama ortada karşıt bir güç görünmüyor artık. Bütün varlığını uydurma düşman kavramına dayayan ve toplumsal nefretle ayakta durabilen çatışmacı zihniyet etrafta etkin bir düşman bulamamanın cinnetini yasayacak. En uzak daireden başlayıp en yakın halkaya kadar gelen adam yeme güdüsü daha da dar bir alana indirgeyecek kendini. Etrafta yiyecek adam bulamayan, kendi kendini yiyip bitireceği ana kadar boş durmayacak. O hazin akıbetin sonuna kadar vay bu milletin haline!