Maskeli Balo Bitti: Kardeş Mi Bozguncu Mu?..

YORUM | BÜLENT KORUCU

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile selefi Abdullah Gül arasında son günlerde su yüzüne çıkan gerilim şaşırtıcı değil. Kardeşlik olarak ambalajlanan ilişki aslında bir mahkumiyetten ibaretti. Dikkatli gözlerden kaçmayan çatışma ilk günden beri vardı, şimdi sadece görünür hale geldi.
MİLLİ GÖRÜŞ’TE İKİ FARKLI KANAT
Refah Partisi günlerinde iki isim, iki farklı kolu temsil ediyordu. Alaylı-mektepli çekişmesine de benzetebiliriz bu farklılığı. Erdoğan tabandan gelen ve bu işin çilesini çekenlerin sembolü ve lideriydi. Gül ise kariyeri seçmiş ve meydanların tozunu yutmamış, partiye aşılama yoluyla gelmiş tuzu kuruların temsilcisiydi. İkisi de kurucu lider Necmettin Erbakan’ın yerini alacak halefler olarak görülüyordu. Yarış o günlerde başladı.
28 Şubat bu iki veliahda bir fırsat sundu: Liderin ölümünü beklemeden de koltuğu devralabileceklerdi. Ancak ideoloji partilerinde lideri devirmek hiç kolay değildi. Liderin yasaklı olmasının sağladığı imkanla partiyi kongrede teslim almak istediler. Ancak Erbakan, genç ve dinamik Gül’ü, tonton yaşlı amca Recai Kutan’la bile yendi. Burada Yenilikçilerin kendilerine aşırı güveni ve bunun sonucu olarak Gül’un kongre konuşmasında Erbakan’dan söz ederken ‘yaş yetmiş iş bitmiş’ anlamında bir cümle kurması etkileyici oldu. Fazilet Partisi kapatılınca yeni parti için bütün şartlar hazır hale geldi.
AKP’DE PARANIN İKİ YÜZÜ
AK Parti kurulurken Erdoğan ve Gül paranın iki yüzü gibiydi. İngiltere’de okumuş, parlamenter olarak Avrupa kurumlarında görev yapmış akademisyen Gül, Batı’ya bakan yüzdü. Erdoğan ise İstanbul Belediye Başkanı olarak Türkiye’de tanınırlığı en yüksek siyasetçilerden biri olarak halka dönük yüzdü. Parti kurulup birkaç ay içinde iktidara taşınınca Erdoğan madalyonun iki yüzünü birden kaplayacağının işaret ve garantilerini vermeye başladı. Bilhassa ABD’ye ‘benimle daha iyi çalışırsınız’ mesajını net biçimde verdi.

1 Mart Tezkeresi, ABD’ye ne kadar esnek ve oportünist olabileceğini gösterdiği bir fırsattı. Aynı zamanda partideki ilk çatlak olarak kayıtlara geçti. Başbakan Gül ve Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın pasif direnişi sonucu kabul için gerekli çoğunluk sağlanamadı ve teskere reddedilmiş sayıldı. Erdoğan’ın partinin kapalı grup toplantısında “Maaşları ödeyemez hale geliriz” tehdidi bile işe yaramamıştı.
Gül ve Arınç için Erdoğan’ın attığı ilk çentik böyle çizildi. Herhalde Erdoğan, Arınç’ın Meclis Başkanlığına direnmekte haklı olduğunu düşündü. Tezkerenin reddinde yaşananlar, Erdoğan’ın icazet almasını kolaylaştırdı. Beklenmedik şekilde yasağı kaldırıldı, Siirt seçimleri iki sandığın kırılması gerekçe gösterilerek iptal edildi. Erdoğan’ın vekil olma ve başbakanlık koltuğuna oturma yolu açıldı.
YOLLARI ÇATALLAŞAN İTTİFAK
Arınç, Gül ve Erdoğan üçlüsünün bundan sonra da pek çok defa yolları çatallaştı. Erdoğan güçlendikçe tercihlerini dayatmaya başladı. En büyük kırılma 2007’deki cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında yaşandı. Ahmet Necdet Sezer’in yerine seçilecek cumhurbaşkanı için iktidar partisinin lideri Erdoğan ilk akla gelen isimdi. O ise henüz Türkiye’nin buna hazır olmadığını görüyordu. Biraz Arınç’ın baskısıyla biraz da (teşbihte hata olmasın) mayın eşeği gibi kullanmak için Gül’ün adaylığını açıkladı.
Beklendiği üzere asker, Anayasa Mahkemesi ve benzeri bütün rejim bekçileri ayaklandı. 367 Krizi olarak tarihe geçen hukuk skandalı ve 27 Nisan e-muhtırası yaşandı. AKP cevap olarak erken seçim kararı aldı. 22 Temmuz 2007 seçimlerini ezici bir çoğunlukla kazandılar. Erdoğan ise Gül’ü adaylıktan vazgeçirmek için harekete geçti. Danışmanları gazeteleri ziyaret ederek, “Gül’ün ülke için fedakarlık yapıp çekilmesi gerektiği” yönünde yazılar yazdırdı. Gül ise halktan 367’nin rövanşı için oy istediklerini belirterek buna yanaşmadı. Görünürdeki sebep Vecdi Gönül gibi düşük profil bir cumhurbaşkanıyla gerilimi düşürmekti. Ancak aslında Gül ve Arınç kanadının daha fazla güçlenmesinden endişe ediyordu.
MASA ALTI TEKMELEŞMELER
Gül’ün Köşk yıllarında da masa altından tekmeleşmeler devam etti. Şike kanunu, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı sırasındaki en büyük krizlerden biriydi. Şike operasyonları taraftarlardan tepki çekince kısa süre önce kanunu yapan AKP’de geri adım gündeme geldi. Bülent Arınç, “Buna cesaret edemezler” açıklamasıyla safını belli etti. Gül hazırlanan kanunu veto etti. Erdoğan’ın sert tepkisi üzerine kanun aynen yenilendi ve Gül onaylamak zorunda kaldı. Arınç pişmanlık ve özür beyanında bulundu. Benzer biçimde Gezi Olayları sırasında Gül ve Arınç daha yatıştırıcı bir tavır belirlerken, Erdoğan gerilimi yükselten “Yüzde 50’yi evde zor tutuyorum” çizgisini tercih etti.
Erdoğan, satrançta birkaç hamle sonrasını hesaplar gibi Gül’ün önünü kesecek adımlar atmayı hep önceledi. 2012’de daha seçime iki yıl kala eski cumhurbaşkanlarının ikinci kez aday olmalarını engelleyen bir madde kanuna konuldu. Doğrudan kendisini hedefleyen maddenin çıkmaması için aracılar gönderdi ve “Biz bu konuyu aramızda konuşarak hallederiz. Yasayla engel koymaya gerek yok. Böyle bir yasa beni rencide eder” dedi; ancak Erdoğan’ı ikna edemedi.
Erdoğan, Gül’e cumhurbaşkanlığı yolunu kapatmakla kalmadı, başbakan olmaması için de açıkça tedbir aldı. Anayasaya rağmen seçildikten sonra partiye ilişkisini kesmesi gerekirken kongreye bizzat katıldı. Kongre tarihini Gül’ün görev süresi dolmadan bir gün öncesi olarak tespit etti. Böylece onun aday olma ihtimalini sıfırladı. Bilhassa son hamleler Bayan Gül’ün sabrını taşırdı. Hayrunnisa Hanım, veda resepsiyonunda ağır sözler sarfetti ve ‘intifada’ başlatacağını söyledi. Ama başlatamadı.
HEDEFLERDEN BİRİ HEP GÜL’DÜ
Burada subjektif bir değerlendirmemi paylaşmak istiyorum: Hizmet Hareketi’nden mal varlığına 15 Temmuz’dan aylarca önce ilk el konulan iş adamları Boydaklar ve Akın İpek. Oysa iki isim de Hizmet’le özdeşleşmiş isimler değildi. Bütün cemaatlere hatta cemaatler dışındaki topluluklara yardım yaptıkları biliniyordu. Hizmet Hareketine katkıları da bu çerçevedeydi. Onları diğerlerinden ayıran özellik Abdullah Gül ve ekibine yakınlıklarıydı. İpek Ailesi’nin evinde ağırladığı isimler arasında Erdoğan’ın çekirdek kadrosu yok, aksine Gül’ün yanındaki isimler var. Kayserili Boydaklar ise Gül’ü neredeyse aile büyüğü biliyordu. Gül’ün önünü kanunlarla kesmeyi düşünen Erdoğan’ın fiili tedbirler almaması ihtimal dışı. Ben olayı böyle okuyorum.
VEKALET SAVAŞLARI
O günlerde çatışmayı hep danışmanlar üzerinden sürdürerek perdelediler. Gül, Ahmet Sever’i, Erdoğan ise Yalçın Akdoğan ve Akif Beki’yi kullandı. Beki, “Sadece ben çizik yemekle kalmadım, karımın işiyle bile uğraşıldı. 28 Şubat hoyratlığında dahi bu raddeye vardırmamışlardı akreditasyon işini.” diye yazdı. Abdullah Gül, genelde vekalet savaşlarını tercih ediyordu. Bizzat risk alması gereken durumlarda geri adım atıyordu.
Erdoğan’ın Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’na patladığı konuşmadaki Gül fotoğrafı durumu güzel özetliyor. Feyzioğlu konuşurken bıyık altından gülen Abdullah Bey, sonrasında hiyerarşiyi alt üst eden el işaretine uyarak Erdoğan’ın peşinden salonu terk etmişti. Önceki bütün kazanımlarında ise Arınç’ı öne sürerek koçbaşı olarak kullanmıştı. Boydaklar ve yurtdışından hatır gönül TÜBİTAK’ın başına getirdiği bilim adamına ne kadar sahip çıktığını biliyoruz. Şimdi iş başa düştü gibi görünüyor. Çok alttan alıcı ama eskiye nazaran daha dik bir duruşu var.
Sürdürebilir mi? Kazanacaklarından ziyade kaybedecekleri belirleyecek. Şayet dik durmazsa başına daha büyük bela açılacaksa bu duruşu sürdürür. Aksi halde altın tepsiyi beklemeye devam eder.
(TR724)