İç Savaşın Taşları Döşeniyor Ama Çözüm Mümkün!..

Analiz | Mahmut Akpınar

15 Temmuz tam anlamıyla Erdoğan için “Allah’ın lütfu” olmaya devam ediyor. Üzerinde bir sürü şaibeler, karanlıklar bulunan vakanın aydınlatılmasına yanaşılmıyor. Ama oluşturduğu ortamın “lütuf”larından sonuna kadar yararlanıyorlar. Maalesef durumun bu hale gelmesinde başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin büyük payı var. Yeni Kapı mitingine katılımla başlayan Erdoğan’ın otoriterleşmesini meşrulaştırma süreci 1.5 yıldır devam ediyor. Muhalefet biat edeniyle (MHP-BBP),  uysalıyla (CHP) hala Erdoğan’ın ürettiği söylemleri tekrar ediyor. Muhalefeti dahi Erdoğan ağzı ile yapıyorlar. Hiç başka argüman yokmuş gibi F.TÖ sakızını kullanmaya devam ediyorlar. En etkili muhalefetleri kendilerinin F.TÖ’cü olmadığını ispat ve AKP içinde F.TÖ’cü bulma çabası!

Şu anda 80 milyonun huzuru, çıkarları söz konusu ve ülke bir uçurumun kenarında. Akıllıca, sorumlulukla ve konsensusla bu badire atlatılabilir. Ne var ki siyasetçilerde bu birikim, ufuk ve marifet görünmüyor. Belki bu çözüm denklemine aydınları, kanaat önderlerini, iş dünyasını, apolitik kişileri de katmak lazım.

Maalesef CHP Erdoğanizm sürecinin meşrulaştırıcısı oldu. Diktatörleşmeyi görmesine rağmen sürekli AKP tabanına malzeme verdiler. Ya büyük bir basiretsizlik örneği ortaya koydular veya Erdoğanın “yararlı muhalefet” ihtiyacını karşıladılar. Belki de AKP eliyle ülkenin eğitimli, donanımlı ve dindar nesillerinin heba edilmesinden memnun oldular. Ama sıranın diğer toplum kesimlerine de geleceğini düşünmek istemediler.
Aslında Erdoğan 15 Temmuzdan çok önce otoriterleşme eğilimlerine girmişti. Muhalif medyanın basılması ve kapatılması, pek çok gazetecinin tutuklanması, 1 Kasım seçimleri öncesi terörün manivela olarak kullanılması hep 15 Temmuz öncesine ait tablolardı. Ama bu dönem Erdoğan sadece cemaate vurup ulusalcılarla ittifak kurduğu, Ergenekoncuları tahliye edip iade-i itibar kazandırdığı için CHP konuya ilkesel yaklaşmadı. 15 Temmuz’a kadar olan dönem Erdoğan’ın otoriterleşme süreciydi. 15 Temmuzdan sonra totaliter rejim kurmaya yöneldi ve bütün gücü kendinde toplamaya başladı. Son çıkan KHK totaliter rejime geçişin resmi belgesi niteliğinde. Demokrasiye, hukuka dair kırıntıları hepten yitirdiğimizin fotoğrafı.
CHP artık parlamentoda kalmanın anlamını yitirdiğini tartışmaya başladı. Ama atı alan üsküdarı geçti. CHP her an bir “terör odağı” ilan edilip hedef yapılabilir. Erdoğan’ın bir lafına bakar. O safhadan sonra ancak canlarının derdine düşerler. Son KHK’dan sonra CHP’li parlamenterler dahil artık kimse güvende değil. Gözünü kan ve kin bürümüş silahlı paramiliter grupların artık öldürme, işkence etme, kaçırma, tecavüz etme gibi konularda çekinceleri kalmadı.
Bütün totaliter rejimler kendine destek verenleri “ajan” olarak kullanma eğiliminde olmuştur. Sovyet Rusya’sından, Hitler Almanya’sına, Arap Baas rejimlerine kadar son çıkan KHK’ya benzer düzenlemeler vardır. Bu atmosferde baba oğulu, kardeş kardeşi “vatan haini” görür ve ihbar eder. Son KHK ile Erdoğan kendi iktidarını koruma çabası güdüyorsa da gerçekte bir iç savaşın taşlarını döşüyor. Erdoğan siyasi muhaliflerine karşı soykırım, linç ifade eden cümleleri defalarca kurdu. Mafyatik destekçileri ise kan banyosu yapmaktan, insanları bayrak direklerine asmaktan bahsediyorlar. İşin buraya geleceği belliyidi. Bu kadar kirlenmiş bir iktidarın kendini kurtarmak için iç savaş, ülkeyi tüketme dahil her yola başvuracağı açıktı. Ama bazı liberallerin ve solcuların, özellikle de Kemalistlarin Cemaate olan kini yaşanan süreçleri yok saymalarına neden oldu. İstanbul Baro başkanından, Barolar Birliği başkanına kadar hukuku en başta koruması gerekenler evrensel bir hak olan savunma hakkını yok saydı. Üstelik bunu nefret söylemi kullanarak yaptılar.
Ülkenin önünde iki yol görünüyor: Ya bütün ülke kirli bir adamın taleplerine boyun eğecek, onun her dediğini yapacak, tekmil bir tek adam rejimine dönüşecek veya hala ordu yargı ve bürokrasi içinde etkinliğini sürdüren ulusalcı-Ergenekoncu ekipler Erdoğanla mücadeleye girişecekler. Eğer Erdoğan totalitarizmi kabul edilirse Türkiye demokrasiyi, hukuku, evrensel değerleri tamamen yitirmiş Saddam Irak’ına veya Kaddafi Libya’sına dönüşecek. Erdoğana teslim olma kısa vadede daha hasarsız gibi görünebilir, sıcak çatışma olmayabilir ama rejim bütün muhalifleri yavaş yavaş ve sindire sindire ezer, yok eder. Ve böylesi bir rejim ne kadar sürer, ne zaman ve nasıl biter kestirmek mümkün olmaz. Erdoğandan sonra saltanatı damat mı alır, yoksa oğlanlardan birine mi kalır bilemeyiz.
Diğer ihtimal: Uluslacı-Kemalist kesimlerin ve öteden bu tarafa devletin genetiğine yerleşmiş Ergenekoncuların Erdoğanizme karşı bir çıkış başlatması. Böyle bir ihtimal iç savaş demektir ve ülkeyi nereye götüreceği meçhul değil. Allah korusun ülke Suriye olur, ölümler, işkenceler kitlesel hale gelir. Ne devlet kalır, ne düzen. Böyle bir iç savaştan ülkenin tek parça çıkamayacağı muhakkak. Sonunda ya yeniden Kemalist-ulusalcı ve totaliter rejim kurulacak veya Erdoğan saltanatı ayakta kalacak! Erdoğan bu ihtimale karşı Tek Parti ve Kemalizm uygulamalarıyla tüm muhafazakarları yanında tutmaya çalışacaktır ve bunun dindar kesimde karşılığı var.
Erdoğan uzunca bir süredir bu günlerin hazırlığını yapıyor aslında. Bir önceki yazıda belirtiğimiz gibi Erdoğan-Ergenekon birlikteliği bir ittifak değil, zorunluluktan kaynaklanan bir itilaftı. Konjonktürel bir durumdu ve bir gün tarafların hesaplaşacağı açıktı. Bunu öngören Erdoğan epeydir bu kapışmaya hazırlık yapıyor. Onun korktuğu sivil bürokrasi değildi. Bir miktar yargıdan korkuyordu ama yargının düzenini bozup tekmil kendine bağlamayı başardı. Şu anda tek korkusu TSK içindeki Ergenekoncu Ulusalcı yapılar ve eski derin devletin toplum içindeki gladyo tarzı paramiliter yapıları. Bu yapının kendisine karşı eyleme geçmesinden ve iktidarını devirmesinden korkuyor. Ergenekoncular da bunu açıkça dillendiriyorlar zaten.
Erdoğan bugünleri öngördüğü için kendince bir dizi önlem aldı ve güç dengelerini değiştirmeye çalıştı. Neler yaptı:
MİT’i kendi derin devletinin ana karargahı haline getirdi ve Genelkurmay Elektronik Sistemleri (GES)i daha 2012’lerde MİT’e devretti ve TSK’yı adeta kör ve sağır hale getirdi.
TSK’yı politize etti, alt kademelerden pek çok AKP’liyi subay astsubay olarak TSK’y yerleştirdi. 15 Temmuzu bahane edip TSK’nın bütün operasyonel kabiliyetini, hafızasını bitirdi.
Yargıyı tam kontrole aldı.
Ergenekon türü yapıların sahada kullandığı paramiliter yapılara mukabil silahlı SADAT birimlerini kurdu.
Halk özel harekat (HÖH) adıyla kendi seçmen tabanını silahlandırdı ve gerilime geçirdi.
Muhtarlar, imamlar, diyanet mensupları gibi toplumda etkisi olan kesimleri kendisi için istihbarat elemanları, etki ajanları haline getirdi.
Adi suçluları sokaklara saldı ve pek çok mafya babasını kendisine angaje hale getirdi. Onlarla illegal ve mafyatik yöntemler üzerinden muhalifleri sindirme, korkutma, tehdit işlerini yapıyor.
Parti teşkilatlarını ve gençlik kollarını, oğullara damatlara kurdurduğu dernekleri, vakıfları her an her işte kullanılabilecek insan kaynağı haline getirdi.
Cemaatleri ve tarikatları kamu imkanlarıyla iktidara bağladı, onların genç kesimlerini de kendi siyaseti namına politize ve radikalize etti.
Hemen bütün İslami tabanlı terör örgütleriyle (İŞİD, BOKO HARAM, EŞŞEBAP vd) angajmanlar geliştirdi. Onlarla ülke içinde ve dışında operatif işler yapabiliyor.
Avrupadaki Türkiyelileri örgütledi, Diyanet temsilcilerinden vatandaşa kadar pek çok kimseyi AKP militanı haline getirdi. GERMAN OTTOMAN gibi mafyatik yapılar kurdu veya destekledi. Böylece batıya karşı onları içten tehdit ve “terbiye” edebileceği kozlar elde etti. Ayrıca Avrupaya karşı Suriyeli göçmenleri etkili bir silah olarak hala elinde tutuyor.
Son çıkarılan KHK Ergenekon ve ulusalcı yapılarla olası bir mücadelede kendi illegal yapılarına yasal koruma sağlamaktan ve yapacaklarını meşrulaştırmaktan ibaret. Son KHK tam da böylesi bir çatışma durumunda kendi örgütlediği paramiliter yapıları, SADAT’ı, HÖH’ü korumaya ve cesaretlendirmeye yönelik.
696 sayılı son KHK neler getiriyor?
Hiçbir kamusal görevi ve vasfı olmayan paramiliter, silahlı yapılara yasal yetki ve sorumsuzluk getiriyor. “15 Temmuz darbe girişimi ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemler kapsamına sokulacak girişimlerin bastırılması kapsamında hareket edecek sivillerin hiçbir sorumluluğu olmayacağı”nı, kişilerin filleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluktan muaf olacakları belirtiliyor.
Koruma ve sorumsuzluk 15 Temmuzla sınırlı değil. Gayet muğlak ve kaypak bir ifadeyle “bunların devamı niteliğindeki eylemlerin” lafzı konmuş. Bu kapsamın içine herzaman herşeyi sokmak mümkün olacaktır. KHK’ya “Resmi sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın” diye bir fıkra koymuşlar ki bununla dilediği katili, tecavüzcüyü, işkenceciyi “kahraman” yapma, “terörle mücadele eden birim” haline getirme imkanı elde ediyorlar. Artık insanlar gördükleri şiddet, baskı, eziyet, gasp vb durumlarda kendilerinin “terörist olmadığını” ispat etmesi gerekiyor. Herhangi bir adi suçlu, mafya elemanı işlediği suçu “terörle mücadele ediyordum”, “karşımda devlete başkaldıran kişiler vardı” ve ben bununla mücadele ediyordum diyebilir.
Son KHK ile ülkede otoriterleşme süreci bitirilip totaliter bir rejime geçilmiş oldu.
TBMM’nin hiç bir hükmünün kalmadığı tescillendi.
Siyasetle sorun çözme yollarının artık tamamen tıkandığı ortaya çıkmış oldu.
Ülkede seçim, sandık, muhalefet, denetim, hukuk, yargı, temel hak ve özgürlükler, kuvvetler ayrılığı gibi kavramlarını tamemen bittiği, demokrasiye dair asgari zeminin de kaybolduğu açıklığa kavuşmuş oldu.
Çözüm ne? Türkiye buradan çıkabilir mi? Üçüncü yol var mı?
Çözüm otoriter zihniyet karşısında yer alan laik, dindar, Türk, Kürt, Alevi, Sünni, liberal, muhafazakar her kesimin amasız fakatsız bu zihniyete karşı birleşmesidir. Birbirine vurmaktan, eski hınçlarını çıkarmaktan vazgeçmesidir. Erdoğan buraya farklı kesimlerin husumetini, nefretini kullanarak geldi. Birini ezerken hep ötekilere umut verdi, havuç uzattı. Sonra döndü onların da icabına baktı. Herkesin bildiği sarı öküz hikayesini başarılı şekilde uyguladı.
Bu ülke insanı ne Erdoğanizme ne de Ergenekonculara mahkum olmak zorunda değil. Pekala demokrasi ve hukuk temelli çözüm geliştirilebilir. Nerdeyse 2 asırdır parlamentosu olan, dikkate değer demokrasi birikimi olan Türk toplumu bu iki kirli ve zorba gücü de aşarak çözüm geliştirebilir. Ülkede ekonomi çöküşe gidiyor. İsrafın, kötü yönetimin, soygun düzeninin etkileri vatandaşın canını yakmaya ve cebine dokunmaya başladı. Eğer ülkesini seven, bu cendereden çıkmayı arzulayan tüm kesimler kendi ideolojilerini, kinlerini, etnik, dini hesaplarını bir yana bırakır demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, insan haklarına ve evrensel değerlere dayalı yeni bir düzen kurma noktasında ititfak edebilir ve beraberce çalışırlarsa çözüm münkün. Halkta giderek yaygınlaşan memnuniyetsizlik ve ekonomik rahatsızlık nedeniyle Erdoğanizmin altı boşaltılabilir. Ancak Erdoğan herşeye rağmen çekilmeyecek, bütün argümanlarını kullanarak iç savaş çıkarma pahasına iktidarda kalmaya çalışacaktır. Erdoğan totalitarizmine karşı demokrasi, insan hakları ve hukuk üzerinden uzlaşma yolları aranmalıdır. Bu uzlaşma arayışında AKP içindeki makul kişiler de dışlanmamalılar.
Şu anda 80 milyonun huzuru, çıkarları söz konusu ve ülke bir uçurumun kenarında. Akıllıca, sorumlulukla ve konsensusla bu badire atlatılabilir. Ne var ki siyasetçilerde bu birikim, ufuk ve marifet görünmüyor. Belki bu çözüm denklemine aydınları, kanaat önderlerini, iş dünyasını, apolitik kişileri de katmak lazım.
(tr724)