Bir Kurban Ritüeli: Öğretmen Kaçırmak

YORUM | HAKAN ZAFER
İslam Dünyası’nın bilgiyle arasındaki kavganın bir sonucu olabilir belki, benim yakın geleceğe dair -varsa eğer- İslam Dünyası adına hiç umudum yok. “Allah’tan umut kesilmez” denilecekse de zaten sadece Allah’tan yana beklenti içindeyim. Allah, hiçbir kuluna olmadığı gibi Müslüman kullarına da muhtaç değilse, illa “bizim oralılara” bu işi gördürür şeklindeki romantik beklentileri terk edeli de epey oldu.

Son dönemlerde bazı devlet başkanları, Türkiye Cumhurbaşkanına kurbanlar sunuyor. Genellikle ülkelerinde yıllardır faaliyet yürüten, bulundukları ülkelerin zor günlerinde, ölçülmesi dünyalık terazi kefelerine sığmayacak kahramanlıklar gösteren öğretmenleri kaçırmak ve bin bir güçlüklerle açılmış okullarının 15 Temmuz’dan bir ay önce kurulan, yegâne marifeti kendi vatandaşının yurtdışında açtığı eğitim kurumlarını gasp etmek olan bir vakfa devretmek suretinde gerçekleştiriyorlar.

Geçen hafta, Kudüs gündemiyle olağan üstü toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesine katılmak için İstanbul’da bulunan yöneticilerden biri de Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani Ahmedzai idi. Türkiye Cumhurbaşkanı ile sonrasında açıklama yapılmayan, yarım saatlik basına kapalı gizli görüşme gerçekleştirdi. Bu tür görüşmelerden sonra açıklama yapılmaması illa çok gizli konuların ele alındığı anlamına gelmiyor. Zaten yarısının tercümeye gittiği kısa sürede ne konuşulursa artık. Benim kanaatim 15 dakikada en iyi, kurban sunulabileceği yönünde.
İstanbul’daki bu görüşmeden bir gün önce Afganistan’da sabah erken saatlerde, arabayla okula giden üç öğretmenin yolu aksiyon filmlerindeki gibi kesilerek gözaltına alınıyorlar. Görgü tanıkları, öğretmenlerin arkadaşlarına, başlarına çuval geçirildiğini söylese de istihbarat birimlerinin aleyhinde kimse şahit yazılmak istemiyor. Yetmiyor, kız kolejinin dört bir yanı silahlı kişilerce kuşatılıp baskın yapılıyor. Kız öğrencilerin kaldığı yurt binası dâhil her yeri, ellerinde hiçbir hukuki izin olmadan arıyorlar. Uzun yıllar orada lokantacılık yapan bir iş adamı ve hanımını da ev baskını ile alıyorlar. Hanımefendiyi “listede olmadığı”gerekçesiyle bir süre sonra serbest bırakıyorlar. Afganistan ve Türkiye arasında iade anlaşması olmamasına rağmen yerel güvenlik güçleri, ilk etapta Türkiye’nin dört kişiyi istediğini söylüyor. Bu satırları yazarken üç öğretmenin serbest bırakıldığı, iş adamı ve diğer eğitimciden halâ haber alınamadığı bilgisine ulaştım. Dilerim bu son olur ama Satürn, evlatlarını yemeye doymuyor.
***
2007 yılında mezuniyet törenine katılmak için Afganistan’a gitmiştim. Uzun, tehlikeli ve yorucu yolculuktan sonra insanın iliklerine kadar işleyen, garibanlığın tam orta yeri bir şehre gittik. Tören bitti, öğrenci ve öğretmenleri tebrik ettikten sonra derme çatma salonun dışında öğretmen ve öğretmen eşi hanımefendilerin elleriyle yaptıkları aperatifleri gelenlere ikram ettikleri masanın önüne geldik. Benim hep içim ezilir bu durumlarda. Bu, kesinlikle acımak değil, başka bir duygu. Olmamış ayva yersin de göğsüne oturur ya işte biraz ona benziyor. Birkaç küçük şey alıp köşede müdür beyle sohbet ediyorduk. Üzerine kürdan batırılmış, kanepe denilen türden yiyecekler de vardı. Yerken baktım ki kürdan kırık. İçinde kalmıştır dedim ama zaten yarım kürdan saplanmış. Gayri iradi, “kürdanın da yarısı bana denk geldi” dedim. Müdür bey gülümseyerek, “onları Türkiye’den getiriyoruz, burada bulunmuyor. Hanımefendiler idareli kullanıyor” dedi. Çaktırmadan yarım kürdanı elimde tutup çöpe değil cebime attım. Halâ saklıyorum. O yıllarda, üzerimde emanet para olur, bir yerde düşüp kalırsam benim zannedilmesin diye vasiyet yazmıştım, onun arkasına bantladım duruyor. Yarım kürdan üzerine o kadar tanım yükledim ki aklınız hayaliniz durur. Mesela, bana deseniz ki Hizmet nedir, bende bu sorunun muhtemel cevaplarından biri o yarım kürdandır.
Asıl anlatacağım olayı o tören esnasında dinlemiştim.
Dokuz yıl süren Rus–Afgan savaşı esnasında, Afgan Eğitim Bakanı bir seyahat sırasında Hindikuş Dağlarında mahsur kalır. Donmamak için yakın bir köye kadar yürürler. Okul ve öğrenci var mı merak edip soruşturur. Sekiz, on öğrenci olduğunu öğrenince yanlarına gider. Bakar ki defter namına ne buldularsa üzerine yazmak için kalemleri yok. Ağaçların ucunu hafif tutuşturup kömürleştiriyor, onu kalem olarak kullanıyorlar. Bu acıklı manzaraya dayanamaz. Elini gömleğinin cebindeki kaleme uzatır. Kalem bir tanedir, öğrenci sekiz, on. Hangisine yetsin. Hem kendisi eğitim bakanı olarak nasıl kalemsiz kalsın diye düşünürken kalemi vermekten vazgeçer. Yıllar sonra bu eski bakan, hadiseyi anlatırken Afgan çocuklarına yapılan hizmetler karşısındaki teşekkürünü, “Ben milletimin evlatlarına bir kalemi çok görürken” diye başlayan cümlelerle ifade eder.
***
Yarım kürdan, bakanın gömlek cebindeki kalem ve öğretmenlerin Türkiye Cumhurbaşkanına kurban sunulmasını yan yana düşünmeden edemiyorum. Yeryüzünde adalet ve güven üzerine bir medeniyet kurmanın şu haliyle Müslümanların rüyalarına bile giremeyeceği kanaatimi pekiştiren bu olay karşısında da karamsar değilim ama ortadaki resmi, olduğundan farklı görmeme sebep olacak beklentim de yok.
Allah, kerim.
Bekleyelimgörelim.