Bir Düşün Peşine Düşenler..

YORUM | EMİNE EROĞLU

“İyi bilesiniz ki Allah’ın velîlerine korku yoktur, onlar üzüntüye de uğramazlar. Velîler o kimselerdir ki O’na iman edip, emirlerine aykırı hareketlerden sakınırlar. Dünya hayatında da âhirette de müjde vardır onlara. (Yûnus, 62-64)
Güne, “Bir rüya gördüm!” diye başlayanlar kazançtadır. Başta Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam olmak üzere birçok sahabe, evliya ve mukarrabînle âlem-i manâ’da görüşüp buluşanlar. Bir düşün peşine düşenler. Hayalleri ile yaşayanlar…
Teşri kaynağı olmasa da teselli kaynağıdır rüya.
Sübjektiftir. Biriciktir.
Şuursuzluk değil, şuur halidir.
Maddi alemin çeperleri içinde sıkışan ruhu genişletir. Berzah âlemine açılan menfezlerin aralığından “özge temaşa”lara eriştirir. Cesede vurulan bütün prangaları etkisiz hale getirir.
Allah Resûlü (as) ashabına “Aranızda rüya gören var mı?” diye sorar, rüyaları “mübeşşirat,” yani “muştu” olarak nitelerdi.
“Rüyasını tabir edebilen kişi, bu yolla elde ettiği bilgiyi başka hiçbir şeyle idrak edemez” der İbnü’l Arabî. Herhangi bir şey, şayet rüya vasıtasıyla olursa rüya ile olmayana nispetle daha ayrıcalıklıdır ona göre. Söz gelimi rüya ile olacağı önceden görülen bir çocuk, diğer çocuklara nispetle daha üstün özelliklere sahiptir.
İster şekerleme nev’inden sayılsın, ister avans, isterse Cenâb-ı Hakk’ın ahirette vereceği lütufların berzahî gölgeleri, akisleri sayılsın binlerce masum aynı rüyayı görüyorsa, o rüya “yol”un hakkaniyetinin işaretidir, o yolda sabit-i kadem olmaya teşviktir.
Unutmayalım ki insan, ancak hayali ile yanıp tutuştuğu şeyin rüyasını görür.
SAKIN RÜYANI KARDEŞLERİNE ANLATMA
Kıssaların en güzeli, Hazreti Yusuf’un gördüğü rüyayı babasına anlatması ile başlar. Rüyaları da hadiseleri de hikmetin diliyle yorumlayan baba oğulcuğunu uyarır:
“Ey oğulcuğum!” dedi babası, “Sakın bu rüyanı kardeşlerine anlatma. Sonra seni kıskandıklarından sana tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın besbelli düşmanıdır.” (Yusuf, 5)
Ayette kıskançlık, tuzak, şeytan ve düşmanlık kelimelerini bir araya getiren şey, bir çocuğun gördüğü rüyadır yalnızca. Zira rüya görene verilen “mübeşşirat,” rüyası olmayanların kâbusudur.
Rüya ve rüyet (akıl ile müşahede derecesinde bilmek, idrak ve tefekkür etmek) arasındaki ince perde böylece kalkar.
Hayat rüyayı tabir etmeye başlar.
Güzergâhı, kuyu, esir pazarı ve zindan olsa da yolun selamete çıkacağı görülen rüyadan bellidir.
Bu yüzden kardeşleri götürüp onu kuyuya attıklarında derin bir teslimiyetle sesini bile çıkarmaz Hazreti Yusuf… Yoldan geçen bir kervan, onu kuyudan çıkardıktan sonra götürüp şehirde köle gibi satmak isterken, “Ben şuyum, buyum” diye kendini anlatma lüzumunu duymaz. Gördüğü düş ona her menzilde eşlik eder.
O, Mevlâ’nın güzel kudretinin seyircisi, kendi rüyasının şahididir.
KİM KAZANIR?
Kıssanın içinde şefkatten aşka, kıskançlıktan pişmanlığa kadar her türlü duygu vardır, ama ümitsizlik yoktur. Hazreti Yusuf, bitmeyecekmiş gibi görünen bir zulme, geçmeyecekmiş gibi görünen bir zamana sabırla mukabele eder.
Hazreti Yakup, üzüntüsünden gözlerine ak düşmüşken bile oğullarına; “Allah’ın rahmetinden asla ümidinizi kesmeyiniz. Çünkü kâfirler güruhu dışında hiç kimse Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez” (Yusuf, 87) diye nasihat eder.
O yüzden, kıssa bela ve musibetlerle örülü olsa da, “Üzüntülü kimse Yusuf Suresini dinlerse rahatlar” der İbn Ata. “Kim Yusuf Suresini okumaya ve manalarını dikkatlice düşünmeye devam ederse Hazreti Yusuf’un ulaştığı türlü sevinçlere ulaşır.”
O sevinçlerin türlerini merak etmeden edemiyor insan…
Ve elbette sabrın ümitle, tedbirin tevekkülle buluştuğu yerde kazanan sadece Yusuf olmaz.
Hangi asırda yaşarsa yaşasın, kendi rüyasının peşine düşenlerin ikliminden herkes nasiplenir.
Cebri hicretlere tabi tutulan, esir pazarlarında çok düşük bir fiyata satılan Yusufların kıymetini bir bakışta anlayan, onlara hayatlarında yer açan ferasetli vezirler kazanır.
İftiracı’nın akrabası olmasına rağmen, gömleğin arkadan yırtıldığı delilini öne sürerek Yusuf’un masumiyetini ispat eden akıl ve basiret sahipleri kazanır.
Hapiste Yusufların her haline şahit, tebliğine muhatap olan mahkûmlar kazanır.
Rüyasını gerçekleştirecek bir kabiliyetin peşine düşen ve böylece Hazreti Yusuf’un rüyasıyla kendi rüyasını buluşturmayı başaran melikler kazanır.
Hazreti Yusuf’un zahireleri usulüne uygun şekilde stok etmesi ile krizden kurtulan ülke, bütün bunları yaparken eşitliğe dikkat etmesi, kardeşlerine bile bir ayrıcalık göstermemesi ile çevre halklar kazanır.
“Şimdi gerçek meydana çıktı!” (Yusuf, 51) deyip cürmünü itiraf eden Züleyhalar,” “Vallahi de, tallahi de Allah seni bize üstün kılmıştır, doğrusu bizler suçlu idik!” diyen tevbekâr kardeşler kazanır.
Hüzünler kulübesini mekân tutan Yakuplar, rüyası görülen bir nesil için, “Ya esefâ alâ Yusuf!” (Ey Yusuf’un hasret ateşi, yetti artık, yetti!)” (Yusuf, 84) diye dua eden gözü yaşlılar, Yusuf’unu ararken diğer oğullarını feda etmeyen, sabredip nedametlerini bekleyen babalar kazanır…
Ve son kertede kazanan af ve adalet olur.
Bütün kazançlar Yusuf’un hanesine kaydedilir. Yitirdiği her şey başka bir surette ona geri döner.
Fakat onun asıl kazancı rüya tabir etmeyi, yani bir rüyayı gerçeğe dönüştürmeyi öğrenmiş olmasıdır.
Öykü başladığı yerde bitmiş, varılan yer ilim ve hikmet olmuştur.
“Babacığım! der Yusuf, “İşte küçükken gördüğüm rüyanın tabiri! (Yusuf, 100)”
(TR724)