‘Ergenekon Bir Melekti Yavrum’lu Günler…

YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN

‘Kaşıya kaşıya’…
Bu manşeti bir çoğunuz hatırlamaz.
17 Mayıs 2006’da Danıştay 2. Dairesi’ni basan Alparslan Arslan, daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin’i öldürmüş, aralarında daire başkanı Mustafa Birden’in de yer aldığı dört üyeyi ise yaralamıştı.
‘Laiklik’ hassasiyetinin zirve yaptığı bir dönemde yaşanan bu olay ‘yeni bir dönemin’ kapısını aralamıştı.
Saldırıdan bir gün sonra Hürriyet’in attığı ‘Kaşıya kaşıya’ manşeti tam da ‘o dönemin ruhuna’ uygundu.

AKP hükümeti ‘saldırının müsebbibi’ gösterilirken o dönemin medyası hep bir ağızdan ‘Rejimin 11 Eylül’ü’ söylemini köpürtmüştü.
Olayların sıcaklığı ile ‘büyük resim’ o günlerde anlaşılamamıştı fakat yaşanan olaylar Danıştay saldırısının da, takip eden günlerdeki başka kanlı olayların da ‘tesadüf’ olmadığını gösteriyordu.
KANLI GÜNLER ÇABUK UNUTTURULDU
Yıllar sonra o günleri hatırlatmamın bir nedeni var.
Bugünlerde Gülen Cemaati’ni ‘günah keçisi’ ilan etmek, yerli yersiz ne kadar kusur ya da hata varsa hepsini Cemaat’e mal etmek moda.
Üstelik bu öyle bir hale geldi ki, hızını alamayan ‘yandaşlar’ ya da ‘gizli yandaşlar’ açık seçik ortada olan gerçekleri bile çarpıtmaktan ahlaki bir kaygı duymuyorlar.

Aynı şey Ergenekon Davaları için de geçerli.
Düne kadar ‘Türkiye’nin arınma süreci’ veya ‘darbelerle hesaplaşma dönemi’ yazıları yazanlar bugün bütün bu davaların ‘Cemaatin kumpası’ olduğunu iddia ediyorlar.
Bu noktada Hürriyetçilerin hakkını yememek lazım.
Dava sürecinde de operasyonları sulandırmak için yoğun çaba sarf etmişlerdi. Şimdi de ‘fırsat bu fırsat’ deyip tüm Ergenekon sürecini ‘Adalet tarihimizin en vicdansız kumpası’ olarak tanımlıyorlar.
Peki gerçekte neydi Ergenekon süreci?
Ergenekon gibi kapsamlı bir başlığı köşe yazısına sığdırmak kolay değil. (Bu konuda detaylı bilgileri Dink Cinayeti’ne dair yazdığım Bi Ermeni Var’da anlattım. Kitabın yazarı olarak bana 2 kez müebbet isteniyor ama okurlar için bir risk yok. Bulup okuyabilirsiniz. Ayrıca tr724’teki şu yazıma göz atabilirsiniz.)
O yüzden kısa hatırlatmalar yapacağım.
Mesela AKP henüz iktidara gelmişken, 18 Aralık 2002 günü Ankara’da Necip Hablemitoğlu öldürüldü.
Bu ‘yeni dönemin’ ilk işaret fişeğiydi.
MGK toplantılarında ‘irtica’ başlıklı gündemlerin yerini ‘misyonerlik’ ve ‘yabancılara satılan topraklar’ alırken Türkiye ‘İslamcı AKP iktidarının eliyle Hristanlaştırılıyor’ söylemi yayıldı.
O dönem yazılanlara ve ifade edilenlere bakarsanız bir anda ‘yer gök Kilise’ olurken, ‘yüzbinlerce genç Hristiyanlaştırıldı!’
GÜNLÜKLER, DARBE PLANLARI, CİNAYETLER

Bu haberler ‘ortamın ısıtılması’ sürecinin köşe başlarıydı. Ardından da Türkiye’nin dört bir yanı Kuvayi Milliye dernekleriyle donatıldı.
İşte o dönem internet kafelerden tetikçi toplanan günlerdi.
Aynı zamanda kudretli generallerin ‘Ayışığı’, ‘Yakamoz’, ‘Eldiven’ ve ‘Balyoz’ darbe planlarını yaptıkları zamanlar.
‘Ergenekon kumpastı’ demek bütün bunların olmadığını iddia etmekten başka bir şey değil.
Devam edelim…
Eğer ‘yandaşların’ mantığından hareket edersek yani ‘Ergenekon diye bir örgüt yok’ ve ‘her şey Cemaatin kumpası’ ise ne Atabeyler Çetesi gerçekti ne Danıştay saldırısı oldu ne de Dink ve Malatya Cinayetleri…
Cumhuriyet Mitingleri ile siyaset dizayn edilmeye çalışılmadı. TSK’da oluşturulan illegal yapılanmalar, andıçlar, eylem planları yoktu!
Cumhuriyet gazetesi üç kez bombalanmadı, Ümraniye’de bir sandık dolusu (üstelik Cumhuriyet’e atılanlarla aynı seriden) el bombası ele geçirilmedi!
Sanıklardan Alevilere, azınlıklara, Orhan Pamuk gibi yazarlara suikast planları da çıkmadı! Ermeni Cemaatine yöneli eylem planları, krokiler bulunmadı!
Darbeye zemin hazırlayacak kaotik eylemlere dair belgeler de yoktu. Hatta darbe sonrası kurulacak ‘milli mutabakat hükümeti’ listeleri de gerçek değildi!
El konulacak gazeteler, azınlık malları, tutuklanacak -yararlanılacak siyasiler, gazeteciler listeleri de sahteydi!

TOPRAKTAN FIŞKIRAN SİLAHLAR
Ya cephanelikler?
Binbaşı Fikret Emek’ten çıkan silahlar, eski özel harekatçı İbrahim Şahin’in Ankara Gölbaşı’nda çıkan cephaneliği, Yarbay Mustafa Dönmez’in Sapanca’daki çiftlik evinde çıkan silahlar, Ankara Zir Vadisi’nde bulunan cephanelikler de mi gerçek değildi?
Bedrettin Dalan’a ait İstek Vakfı’nın arazisinde çıkan Law Silahları gerçekten ‘boru’ muydu yoksa?
İddianameden alıntılayacak olursam: “89 el bombası, 12 bubi tuzaklı bomba, 13 tüfek bombası, 17 LAW silahı, 8 otomatik tüfek, 57 ruhsatsız tabanca, 11 kilo C-3 bomba, 21 TNT kalıbı, 820 gram plastik patlayıcı, 58 muhtelif bomba…”
Bu kadar silahla neler yapılabileceğini varın siz düşünün…
AKP’YE KAPATMA DAVASI DA AÇILMAMIŞTI ZATEN…
Ya AKP’ye açılan kapatma davası?
Erdoğan ve AKP’liler o günleri çabuk unuttu. (Hatta Erdoğan o günlerin aktörlerini Saray’da ağırlıyor şimdilerde.)
Sanıklardan Albay Levent Bektaş’ın Ankara’daki ofisinde çıkan meşhur 51. No’lu DVD’de yer alan notları ne yapacağız mesela?
Yargıya ait notları, fişleme bilgilerini, ‘kapatma davasına dair’ yol haritasını?
13 bin kişilik ölüm listesi hazırlayıp bayrak üstüne yemin ettiren Fikri Karadağ’ları ne çabuk unuttuk! O görüntüler de mi kumpasın parçasıydı?
Veli Küçük’leri, Kemal Kerinçsizleri, Sevgi Erenerolları…
Peki İlhan Selçuk’un Jandarma Genel Komutanlığı Plan Prensipler Başkanı Tuggeneral Kadir Ali Esener ile (bu toplantıların Şener Eruygur’un talimatı ile yapıldığı da ortaya çıkmıştı) düzenli toplantılar yapıp süreci yönetmesini nasıl izah edeceğiz?
Mustafa Balbay günlüklerini yok mu sayacağız?
‘Mağdur’ diyerek ‘kahraman’ yaptığınız Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin Hizbuttahrir üyeleri ile buluşmasını ‘normal’ mi sayacağız?
Bu nasıl bir organizma ki, pilot bir teğmen istihbarat görevi olmamasına rağmen ‘istihbarat toplama amacıyla’ (27 Eylül 2010 tarihli duruşma tutanağında söylüyor) Hizbuttahrir üyeleri ile buluşuyor.
Emekli bir bankacı, Hizbuttahrir üyeleri, bir teğmen, askeri okul öğrencileri ve bir avukat düzenli bir araya geliyor. Bu nasıl bir tesadüftür!
Dönemin kudretli generalleri Şener Eruygur ve Hurşit Tolun’dan ele geçirilen Cumhuriyetçi Çalışma Grubu yapılanmasına dair evraklar neydi mesela?
İlker Başbuğ’un tutuklanmasına yol açan ‘internet andıcı’nı nereye koyacağız? Genelkurmay’da bir birim kurup hükümet aleyhine kara propaganda siteleri yönetmek de mi Cemaat’in organizasyonuydu?
Bu nasıl bir Cemaat ki, Genelkurmay bünyesinde ekip kurup kendi kendini bitirtecek eylem planları yaptırıyordu!
‘Susurluk Paşası’ olarak bilinen, ‘Jitem’i ben kurdum’ diyen Veli Küçük ile bir mafya lideri olan Nuri Ergin’in ne tür bir ilişkisi olabilirdi ki, Nuri Ergin, Uşak cezaevi isyanında pencereye çıkıp “Bu devlet bana Mustafa Duyar’ı öldürttü. Ben öldürttüm, Veli Abiyi ara, Veli Küçük’ü ara, bizi sor” diye bağırıyordu.
Balyoz Darbe Planı’nın gerçek olduğunu sağır sultanın bile duyduğu gerçeğini ne yapacağız? Balyoz’da ‘sınırların aşıldığı’ raporunun altında imzası olan generalin sonra Genelkurmay Başkanı olduğu gerçeğini yok mu sayacağız?
Ya da MİT’in Ergenekon ile ilgili olarak Başbakanlığı daha 19 Kasım 2003’te bilgilendirdiği detayını göz ardı mı edeceğiz?
Uzatmama adına burada bitireyim.
‘Zamanın ruhu’na kendini kaptırıp ‘Ergenekonun sözcülüğü’ne soyunanların dediği gibi ‘Ergenekon operasyonları adalet tarihimizin en büyük yüz karası’ değildi.
Bilakis uzun yıllar Türkiye’yi kana bulayan derin ve karanlık odakların ortaya çıkarılması sürecidir.
Sizin ‘Ergenekon bir melekti yavrum’ söylemleriniz ‘zamanın ruhuna’ uygun olabilir ama tarihi gerçeklerle uyuşmuyor.
(tr724)