Üç Lider, Üç Fotoğraf…

YORUM | NACİ KARADAĞ

Beğenin ya da aksini düşünün Selahattin Demirtaş, Türk siyasetinin son dönem yetiştirdiği en önemli figürlerden biridir. Orantısız olarak kullandığı zekâsı, tevazu ve şiddet diline mesafe koyması, şu anda tüm siyasilerden farklı kılıyor Demirtaş’ı. Eline saz alıp, “Biz sadece saz çalmayı biliyoruz” deyişiyle de, PKK’nın şiddet eylemlerine karşı net duruşuyla da, aslında Türkiye için zayıf da olsa bir çözüm umudu olduğunu da düşünmüşümdür hep. Bir kere okuyan, fikir üreten ve daha önemlisi yazabilen bir isim Selahattin Demirtaş. Bir insan kalemle ne kadar iyi ilişki içinde ise, kötülükle arasına o derece uzun mesafe koyabiliyor.
Bu sebeple kötüler ancak ruhu bozuk kalemleri maşa olarak kullanabiliyorlar. Ben tarihte bir tek tane bile kalem ile hem dem olmuş büyük bir kötülük görmedim.
Bedelini ödeyip satın aldıkları kalemlere iş yaptıranlar var elbette…
Konumuz bu olsa, deşip omurgasına kadar girerdik meselenin ama mevzu bu değil…
Tayyip Erdoğan, Demirtaş tehlikesini çok iyi gördüğü için, özellikle sondan bir önceki genel seçimlerde partisini kitle partisi yapmaya başladığını fark ettiğinde çok iyi bildiği iki şeyi birden yaptı.
Kürt meselesini politik olmaktan çıkarıp tekrar güvenlik meselesine dönüştürdü.
İkincisi ise, kendisine muhalif olan herkesi hemen çok mükemmel şekilde yaptığı gibi, kriminalize etti Demirtaş ve pek çok HDP’liyi.
O sebeple hapse atıldı Demirtaş…
İktidar kendine yakın insanları aklarken yargı ışık hızıyla çalışıyor.
Katilleri serbest bırakıyorlar, suçlular af ediliyor, kovuşturmalara soruşturmalara gerek bile kalmıyor.
Hüküm giymiş eli kanlı katilleri bile dışarı salmakta sakınca görmüyor Erdoğan yargısı.
Yayınevi basıp kitlesel kıyım yapan canileri saldılar en son bildiğiniz gibi.
Onun yerine, yeni doğum yapmış kadınları atıyorlar hapishaneye.
Demirtaş, her şeye rağmen enseyi karartmayanlardan.
Bir kalem erbabından da bu beklenirdi şüphesiz…
Şiir yazdı hapishanede.
Bence tek yanılgısı minicik dahi olsa hala içinde bir adalet hissinin olması.
Aslında kendisini yargılayan hâkime acıyla gülümseyerek, “Hâkim Bey, siz de ben de çok iyi biliyoruz ki, eğer beni serbest bırakırsanız, siz hapse gireceksiniz. Gerçekçi olalım” demesiyle ülkenin yargı bataklığına nasıl dönüştüğünü çok iyi ifade etmişti. Ama yine de sanki hukuktan, adaletten bir şeyler bekliyor gibi. Bir kırıntı filan…
O sebeple şiir yazıyor, kitap yazıyor.
Son olarak, Seher isimli bir öykü kitabı yazdı.
Kitabı herkes okuyamadı, çünkü bu iktidarın en çok korktuğu şeylerden biri kitaplar…
Bu nedenle yazarlara düşmanlar, dolayısıyla kitaptan nefret ediyorlar. Yasakladılar kitabı. Dramatik olan ise iktidara gelirken “Yasakları kaldıracağız” iddiasında oluşlarıydı. Tıpkı OHAL’i kaldırmakla övündükleri gibi…
Demirtaş’ın kitabını şu gerekçeyle engelliyorlar: “Ekli liste bulunan kitaplarda yapılan incelemeler sonucu ders kitabı olmadığı, şifreli ve kontrolsüz haberleşmeye yol açabileceği anlaşıldığından, Adalet Bakanlığı’nın 17/11/2016 tarih ve 66708689-204.99.00-E.3196/131111 sayılı yazısı gereğince hükümlü ve tutuklulara verilmemesine; alınan kararın bir suretinin ve karara karşı 15 gün içerisinde Diyarbakır İnfaz Hakimliği’ne itiraz hakkı olduğu hususunda adı geçene tebliğ edilmesine, kararın bir suretinin de gereği için ilgili birimlere verilmesine oy birliği ile karar verildi.”
“Şifreli ve kontrolsüz haberleşme…” totaliter rejimlerin ortak paranoyası…
‘KİTAPLARIN YAKILDIĞI YERDE, ENİNDE SONUNDA…’
Tarih 10 Mayıs 1933… Almanya; Berlin Opera Meydanı’nda toplanan çoğunluğu öğrenci, SS üniformalı Nazi Gençlik Örgütü üyeleri “Alman Olmayan Ruha Karşı Eylem” kampanyasında ilan edilen yazarların kitaplarını büyük bir coşkuyla ateşe verdi. Bu yakma töreni radyodan da canlı yayınlandı. Yakılan kitapların içinde sadece Yahudi yazarlarınkiler değil, Alman dilinin çok ünlü yazarlarının kitapları da vardı. Thomas Mann, Erich Maria Remarque ve daha bir sürü yazar bu olaylar sonrasında ülkelerini terk etmek zorunda kalmıştı. Bu kitap yakma törenleri önce Almanya’nın diğer şehirlerine sıçradı sonra da Nazilerin işgal ettiği diğer ülkelerde devam etti. Böylece Alman yazar Heinrich Heine’nin 1822’de yazdığı Almansor isimli yapıtındaki kehanet gibi sözleri yüzyıl sonrasında gerçeğe dönüşmüştü: “Kitapların yakıldığı yerlerde, eninde sonunda insanları da yakarlar.”
Yıl 2017… Sadece TÜBİTAK’ın geçtiğimiz dönem 50 bin kitap toplatıp imha etme kararı aldığını biliyor musunuz?

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Bursa Milletvekili Lale Karabıyık, Meclis’e verdiği soru önergesinde Milli Eğitim’de milyonlarca kitabın imha edildiğinin konuşulduğunu sordu. Cevap yerine kocaman bir suskunluk aldı.
Yerine hangi yandaşa ne bastırdıklarını az çok tahmin ediyorsunuzdur.
Sadece Hocefendi’nin yazdığı ve imha edilen kitapların adedi 216 bin.
Kütüphanelerin de akıbeti çok farklı değil.
En çok da Fethullah Gülen Hocaefendi’nin kitaplarından korkuyorlar. Tabiri caizse it gibi tırsıyorlar birileri bu kitapları okur diye.
Kültür Bakanı Numan Kurtulmuş, 169 bin 141 kitabın kütüphanelerden çekilerek imha edildiğini söyledi geçtiğimiz gün. Bırakınız Nazi dönemini, Moğol İstilası’yla yarışacak bir kültür vandalizmi yaşatıyor bu ülkeye Tayyip Erdoğan ve ekibi.
Bu milyonlarca kitap kaç ton ediyor bilmiyorum ama 12 Eylül darbecilerinin imha ettikleri kitapların toplam ağırlığının 70 ton olduğunu biliyorum. Sanırım birkaç yüz katıdır bugünkülerin yaktıkları…
Hatırlıyor musunuz, 15 Temmuz’da galeyana getirilen kitlelerin NT şubelerini basıp kitapları nasıl yağmaladıklarını?
O kadar gözü döndürülmüş bir güruhtu ki, üzerinde tepindikleri eserlerin arasında Cevşen ve Kur’an-ı Kerim olduğunu bile fark etmiyorlardı, ettilerdiyse de umursamıyorlardı.

LİDERLERİN ÇALIŞMA ODALARI ÖLÇÜYÜ VERİYOR
Bir de sıkılmadan, hicap duymadan geçtiğimiz gün rahmetli Bülent Ecevit’i diline doladı Erdoğan.
Kitap ve lider denilince aklıma üç şey geliyor…
Birincisi Demirel…
Rahmetliyi beğenin beğenmeyin ama hemen her konuşmasında bir tarihsel bir anekdot anlatır, konuşmasına illa ki felsefi, kültürel bir referans verirdi. Çalışma odası üst üste yığılı kitaplarla doluydu Süleyman Demirel’in. Öyle mobilya niyetine raflara dizilmiş kitaplar da değildi bunlar. Belliydi okundukları. Aralarına sıkıştırılmış not kağıtları, masanın sağında solunda her yerinde kitap vardı rahmetlinin çalışma odasının.
Rahmetli Ecevit ise gazeteciydi zaten. Kitap yazardı çok eskilerden beri, keza onun da çalışma odası kitaplarla doluydu.
Tayyip Erdoğan’ın Ara Güler’e çektirdiği fotoğrafları hatırlayın. Raflarda mobilya niyetine dizili boy boy ansiklopediler. Üstüne bir de “Ben kitap okumam, arkadaşlarım özet çıkarıyor” şeklinde açıklama. Çalışma odası ise kitap yerine plaket müzesi adeta…
Meseleyi bu perspektiften değerlendirdiğimizde bugün Türkiye’de yaşanan eğitim ve kitap düşmanlığını anlamak bir nebze mümkün oluyor sanırım.
Tarihte eşine az rastlanır bir vakıa ile karşı karşıyayız: Örgütlü cehalet kitabın ve kültürün düşmanı olarak yağmalıyor ülkeyi…
İşte size üç lider, üç fotoğraf… Halimizi bundan şahane özetleyen bir gösterge olabilir mi?
(TR724)