Kendi Rönesansımıza Hazırlanmak..

YORUM | EMİNE EROĞLU

Eşrefoğlu Rumî’nin Müzekkin Nüfus’ta anlattığı meşhur bir menkıbe vardır:
Yaşlı bir kadın ara sıra Nuh aleyhisselam’a biraz süt getirir ve “Yâ Nuh, ben sana ve âlemlerin Rabbine inanıp iman ettim. Tufan olursa beni gemiye almayı unutma!” diye tembihte bulunur.
Tufan olur, su en yüksek dağlardan kırk arşın yukarı çıkar. Hazreti Nuh’un gemisine binmeyenler helâk olur.
Tufan diner, su çekilir. Tufanın üzerinden aylar geçer.
Bir gün o yaşlı kadın yine Nuh aleyhisselam’ı ziyarete gelir ve “Tufan olunca beni gemine almayı unutma!” diye tembihini tekrarlar.
Hazreti Nuh şaşırır. “Tufan oldu, bitti. Sen kendini nasıl muhafaza ettin? Hiçbir şey görmedin mi?” diye sorar.
Kadın, “Ben evimden çıkmadım. Yalnız bir gün ineğim dışarıdan ayağı biraz çamurlu geldi. Tufan galiba o gün koptu.” der.
AHİRET CANLILIĞI
Bu kadar şiddetli bir ahir zaman fırtınasına yakalanınca o yaşlı kadını daha sık düşünür oldum. Aklıma takılan, “O sürpriz lütuflarla sarılıp sarmalanan yaşlı kadının yerinde olmak ister miydim?” sorusuydu.
Keşke insanlar öylesine azgınlaşmasa, Hazreti Nuh’un iyiliğe davetine cevap verselerdi de helake sürüklenmeselerdi.
Fakat kader hükmünü vermiş, tufan da kopmuşsa, yaşanmış bitmiş de benim haberim olmamış şaşkınlığına düşeceğim bir mucizeden arta kalmak istemezdim.
Yerim Hazreti Nuh’un yanı olsun, tufanı iliklerime kadar hissedeyim, ama o gemide ve bir vazifenin başında olayım isterdim.
Ölgün bir yaşantıdan ahiret canlılığı çıkmayacağı bu denli aşikâr madem. Dünya hayatının sadece bir kere tecrübe edilebildiği için çok pahalı olduğu da…
Öyleyse hiçbirimiz, buna imkânımız olsa dahi, bir köşeye çekilip fırtınanın dinmesini bekleyerek irademizin hakkı vermiş olmayız.

VAKTİN ÇOCUKLARI
Bediüzzaman, her yönüyle Ebu’l Vakt, yani vaktin babasıdır. Kâinat kitabını satır satır okur, hadiseleri yaradılışın ayetleri ile tefsir eder. Hakîm ve Rahîm isimlerine mazhar olduğu için, bütün bir varlığa tefekkür ve şefkatle nazar eder. Sebepler perdesi arkasında işleyen rahmet ve kudret eline baktırır. Muhataplarını hakikate uyandırır, gayrete getirir.
İbnü’l Vakt, yani kendi zamanının çocuğu olan herkesin testisini onun ırmağından doldurma mecburiyeti vardır bu yüzden.
Ve Hazreti Pîr de belâ ve musibetleri fırtınaya benzetir. Şiddetli yağmurun eşlik ettiği bir bahar fırtınasına… Böyle bir fırtına insana dehşet verse de tohumların, bitkilerin, ağaçların kuvve (potansiyel) haldeki yeteneklerini harekete geçirip geliştirir. Tohumlar sümbüllenir, bitkiler yeşerir, her biri kendine özgü çiçekler açar, fıtratları neye elveriyorsa ona uygun birer vazife başına geçerler.
BELÂ YAĞMURLU BAHAR FIRTINASI
Üstad’a göre Sahabi ve Tâbiîn Efendilerimiz dönemlerinde cereyan eden fitneler (Cemel, Sıffîn, Kerbelâ) de böyle “belâ yağmurlu birer bahar fırtınası”dır. Bu fırtınalar, onların mahiyetlerinde saklı duran çekirdekler hükmündeki  çeşit çeşit yetenekleri tahrik edip kamçılar. “İslâmiyet tehlikededir, yangın var!” diye toplumun her kesimini korkutur. İslâmiyet’in muhafazasına koşturur.
Böylece o kutlu insanların her biri, gönüllü olarak kendi yetenek ve ilgilerine göre bir vazifeyi omuzlarına alır, dinin ruhunu korumak için ciddiyetle çalışırlar. Kimi hadislerin, kimi Kur’ân’ın muhafazası görevini üstlenir. Kimileri de imani hakikatlerin ya da şeriatin muhafazasına gayret ederler.
Hummalı bir faaliyetin içerisine girerler.
O fırtına ile bereketli tohumlar her yana saçılır. Muhtelif renklerde çok çiçekler açar ve her yanı gülistana çevirir.
“Güya kudret eli, Celâl’le o asrı çalkaladı, şiddetle tahrik edip çevirdi, ehl-i himmeti gayrete getirip elektriklendirdi.” der Bediüzzaman. Merkezdeki fitneden kaçıp hicret edenler bile ona göre “hareketten kaynaklanan bir merkezkaç kuvveti ile” yeryüzüne dağılmaktadırlar.
Böylece pek çok münevver müçtehitler, nuranî muhaddisler, kudsî hafızlar, asfiyalar, kutuplar  yetişir ve birer tohum gibi yeryüzüne saçılırlar.
BİR YÖNTEM ÖNERİSİ
Üstad, bu değerlendirmesi ile bize sadece Asr-ı Saadet ve Tâbiin dönemlerinde cereyan eden fitnelerin hikmetlerini göstermekle kalmaz, ahir zamanda zuhur edecek fitneler için de bir yöntem önerir: Hummalı bir faaliyet.
Kanaatimce, “İslamiyet tehlikede ve yangın var.” hükmünde ittifak eden herkes bu öneriye kulak kabartmak ve bir ilme, bir hizmete tutunmak zorundadır. Kur’an ayetleri ile kâinat kitabının ayetleri arasında koparılan bağları tamir etme sorumluluğumuz var.
Yolumuzun hakkaniyetine inanıyorsak işe, Şeyh Sadi-i Şirazî gibi,
“Ey gönül! Varlık evin tûfâna gark olsun, bırak!
Sen ki bilmişsin ezelden Nûh’u kaptan, gam yeme!”
diyerek başlayabiliriz.
Okumadığımız için elimizden alınmış kitaplara dönerek,  kusurlu ve eksik ibadetlerimizi takviye ederek.
Gündeme gömülerek zayıflattığımız manevi immün sistemimizi güçlendirerek.
Derinleşerek…
Hapisteki masumlar saflaşır, züht ve takvada derinleşirken onlara ayak uyduramazsak yarın aramızdaki ahengi tesis edemeyiz.
“O fırtınada siz ne yapıyorsunuz?” sorusuna verecek cevapları olmalı hepimizin.
Sanat, edebiyat, sinema, bütün fennî ve sosyal ilimler, ilahiyat ve felsefe başına koşacağımız fıtri vazifeler.
Tarihin bize sunduğu büyük fırsatı kaçırmamalıyız.
Bu denli şiddetli bir fırtına bizi hakikate uyaramazsa hiçbir şey uyaramaz.
Bunca acının içinden kendi Rönesans’ımızı çıkaramazsak yazık etmiş oluruz.
(TR724)