Ab Defteri Kapanırken…

HABER-ANALİZ | SEMİH ARDIÇ

Türkiye’nin yarım asırlık ‘Avrupa’ hayalinde mutlu son ihtimali hiç kalmadı. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) lideri, Reis-i Cumhur Recep Tayyip Erdoğan’ın demokrasinin üçlü sac ayağını teşkil eden kuvvetler ayrılığını fiilen ortadan kaldırmasına Brüksel daha fazla sessiz kalmayacak.
Almanya Federal Meclisi’nin 24 Eylül genel seçimleri öncesindeki son genel kurulunda konuşan Başbakan Angela Merkel, “Avrupa Birliği’ndeki (AB) ortaklar bundan böyle Türkiye’ye uygulanacak politikada ayrılığa düşmemeli. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gözleri önünde gelecekteki Türkiye siyaseti hakkında kavgaya tutuşmamız kadar hayret verici bir şey olamaz. Böyle bir durum AB’nin pozisyonunu dramatik şekilde zayıflatacaktır. Bu hataya düşülmemeli” çağrısında bulundu.
SCHULZ: MÜZAKERELERİ SONLANDIRACAĞIM
Türkiye ile AB arasında durmuş vaziyetteki müzakereler Almanya’da 24 Eylül’de yapılacak seçimin öznesi haline geldi. Türkiye’nin tam üyeliğine destek vermiş siyasetçiler bile artık aleyhte konuşuyor. Pazar akşamı Merkel ile televizyon düellosu yapan Sosyal Demokrat Parti (SPD) başbakan adayı Martin Schulz’un Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerine dair, “Başbakan olursam buna son vereceğim” ifadelerinin ardından AB’den gelen açıklamalar maalesef Türkiye adına umut verici değil.
TÜRKİYE DEV ADIMLARLA AB’DEN UZAKLAŞIYOR
AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, “Türkiye ile her konuda mutabık değiliz. Özellikle insan hakları, temel hürriyetler, gazetecilerin durumu gibi bazı konularda tutumlarımızda büyük farklılıklar var” ifadelerini kullandı.
Reuters haber ajansına konuşan bir Avrupa Komisyonu sözcüsü, “Türkiye, Avrupa’dan dev adımlarla uzaklaşıyor ve bu Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasını imkânsızlaştırıyor. Görüşümüz budur” dedi. Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker de geçen hafta buna yakın sözler sarf etmişti.
Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesi de şu yoruma yer verdi: “Evet, Türkiye’nin AB üyelik müzakereleri bir komediydi. Evet Türkiye hızla Avrupa’dan uzaklaşıyor ve otoriterleşiyor. Türk yetkililer takas işlerinde kullanmak üzere seyahat edenleri tutukluyor. Bu korkunç bir durum. İlişkilerin bu aralar kopması Almanların ya da genel olarak Avrupalıların suçu değil. Ana sebep Erdoğan ve partisi AKP’nin tüm gücü elinde toplama iddiası. Türkiye’nin günün birinde AB üyesi olabileceği ve böylece modern, demokratik bir ülke haline gelmesi zaten her zaman bir hayaldi. Ancak bazıları bu görüşü ancak seçim tarihinden önce, geç idrak etti.”
LİDERLER EKİM AYINDA KARAR VERECEK
Yukarıdaki yorumlar günden güne sertleşiyor. Avrupa’da Türkiye’nin imajı hiç olmadığı kadar berbat. Muhtemelen Ekim ayında en umut verici haliyle bile olsa AB tam üyelik müzakereleri askıya alınacak. Şimdiden konuşulan haliyle üyelik defterinin tamamen kapatılması sürpriz olmaz. Zira hükûmet başkanları ve devlet başkanlarının iştirak edeceği ‘Liderler Zirvesi’nin tek gündemi olacak: Türkiye için tamam mı, devam mı?
Siyasetin cilvesine bakın ki aynı kişi dün müdafaa ettiği, hatta uğruna baldıran zehri içmeyi göze aldığı değerleri bugün kendi elleriyle imha ediyor. Türkiye’nin 2005’te tam üyelik müzakerelerini başlamasına vesile iki isimden biri (diğeri devrin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül) olan Erdoğan, 12 senenin akabinde 180 derece farklı bir tarz-ı siyaseti tercih etti.
Gerçi 17 Aralık 2004’te Roma’da Erdoğan ve Gül’ün imza atarken taahhüt ettikleri ileri demokrasinin bir durakta binilip canları istediğinde inilen bir tramvaydan ibaret olduğunu yine Erdoğan’ın beyanları sayesinde idrak etmiştik.
Erdoğan sadece dahilde AB reformlarını destekleyen kesimleri değil bütün Avrupa’yı aldattı. Vasıta olarak kullandığı AB’nin tasavvur ettiği tek adam rejimiyle telif edilemeyeceğini bildiğinden Saray’da çizdiği yolu takip etmek istiyor. Bunu yaparken de testiyi kendisinin değil AB’nin kırdığına dair kuvvetli delillere ihtiyaç duyacak.
AB’NİN SİNİR UÇLARI İLE OYNANIYOR
55 Alman vatandaşının Türkiye’de tevkif edilmesi başta olmak üzere Olağanüstü Hal bahanesiyle (OHAL) Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin sıfırlanması, mahkemelere ‘sene sonuna kadar bitirin bu davaları’ nevinden alenen talimat yağdırılması Erdoğan’ın istikbalde, başkanlık seçiminden evvel kullanacağı AB düşmanlığının kilometre taşlarıdır.
AB’nin, hassaten birlik içinde siyasî ve iktisadî nüfuzu hiç olmadığı kadar artan Almanya’nın sinir uçlarına dokunuyor. Hesabı çok basit: ‘Türkiye ile ipleri koparan biz olmayalım, bunun tarihî mesuliyetini üstlenmeyelim’ diyen Avrupalı siyasetçilerin kanaati ağır basacak, dolayısıyla üye yapmasalar bile müzakerelerin ucunu açık bırakacaklardır. Bu kozu da seçim meydanlarında ‘Biz hak ettik, fakat üye yapmıyorlar’ sloganına dönüştürecek.
AB, TÜRKİYE’YE MUHTAÇ, ÖYLE Mİ?
Erdoğan’a ve mabeynindeki müşavirlere kalsa AB, Türkiye’ye muhtaç. Zira kapıları açar, yüz binlerce Suriyeliyi otobüslerle Avrupa’ya yollayabilirmiş! Dolayısıyla hem Türkiye hudutları içinde bildiklerini okuyabileceklerini hem de AB’nin bütün imkânlarından müstefit olacaklarını zannediyorlar. Üstelik bizi kıskanıyorlarmış….
Oysa eğitimden sanata, teknolojiden fert başına gelire, hayat kalitesinden çoğulculuğa, ticaretten bilime hemen her sahada AB’nin fersah fersah gerisinde bir Türkiye dağa küsen tavşan haline düşmemeliydi. Bilakis ‘tavşan ile kaplumbağa’ hikâyesinde geçen azim ve cehdin timsali kaplumbağaya imrenmeliydi.
MÜLTECİ KRİZİNİ ÇOKTAN ÇÖZDÜLER
Mültecilerin ‘şantaj’ olarak kullanılmasına gelince… Bu bahisteki beyanlar mide bulandırıyor ve zerre kadar insanî değil. Hal-i hazırda mülteci krizinde Avrupa’nın dünden çok daha hazırlıklı olduğunu, muazzam bir altyapı ve muntazam işleyen sistem sayesinde Suriye’den gelen insanların Almanya’ya hızla intibak ettiklerini bilmeyecek kadar cahil olanların tavsiye ve telkinleri ile Türkiye’nin yeni rotası çiziliyor.
Temel hak ve hürriyetler üzerine bina edilmiş AB birileri tarafından teraziye konulabiliyor. Daha müreffeh ve daha insanî bir hayat ideali ne yazık ki Erdoğan ve etrafının saadetine menfaate feda ediliyor.
AB’ye üye olmanın Türkiye’ye getireceği refah ve demokrasiye kilitlenmek yerine yolsuzluk ekonomisi, kaba milliyetçilik ve sathî muhafazakârlık üzerine bina edilen Erdoğan’ın şahsî ikbalinin memlekete maliyeti zannedilenden çok fazla olacak.
YA 2005 İKLİMİ YA DA GÜLE GÜLE…
AB liderleri kendi ikame ettikleri kurallardan feragat edemeyeceğine ve hesap vermek mecburiyetinde oldukları seçmenlerinden gelen itirazlara bîgane kalamayacağına göre sabrın da bir hududu olduğu hakikati ile yüzleşmeye hazır olalım.
Ya Türkiye tekrar 2005 iklimine rücu edecek ya da Ekim’den itibaren hep beraber kazanma kuşağında kaybetmenin elemini duyacağız. Daha fazla demokrasi ve daha fazla hürriyetin bir lüks olmadığını evvela Erdoğan kabul etmeli ki son üç senenin enkazını kaldırma yolunda ilk adım atılabilsin.
Son çıkışları seçim arifesine tekabül etse bile Merkel ve Schulz, AB’nin hissiyatına tercüman oluyor.
Erdoğan’ın taht-ı tasarrufundaki propaganda makinesinin imal ettiği muhayyel zaferlerin kocaman bir hiç olduğunu müşahede ettiğimizde nedamet hissinin bir faydası olmayacak.
AB defteri kapanırsa ne mi olacak? Görünen köy kılavuz istemez…
(TR724)