Hukuk Hırsızın Hakkından Gelirse..

YORUM | ALPER ENDER FIRAT

Pakistan Başbakanı Navaz Şerif ‘Deklere ettiği mal varlığıyla, bilinen gelir kaynaklarından elde edilenler arasında büyük farklar olduğu’ gerekçesiyle görevinden alındı. Yani Türkçesiyle, bu maaşla bu servetin elde edilmesi mümkün değil, ortada açıklayamadığın büyük tuhaflıklar var, denildi. Daha da açıklamak gerekirse bir memur diyelim 10 bin dolar maaş alıyor ama adamın serveti 100 milyon dolar. Mahkeme diyor ki: Sana bir miras kalmadı, bir piyango çıkmadı o halde bu serveti nereden elde ettin?

Bu durum bile Pakistan’ın hukuk devleti olma yolunda Türkiye’den fersah fersah ileride olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda İslam dünyasında hala güce karşı direnen hukuk adamlarının varlığına işaret ediyor. Üstelik güce karşı hukukun söz sahibi olduğu bir yerlerin olması da İslam dünyası açısından bir umut ışığı aynı zamanda!

Ama bizdeki hırsızlar ve onun yancıları, hukukun yolsuzluğa ceza kesmesine çok alınıp ‘Pakistan’da Yargı darbesi’ diye ayağa kalktı. Onlar sabahtan akşama kadar Hz. Ebubekir’in, Hz. Ömer’in adaletini, devlet yönetimini ağızlarından düşürmezler ama maaşlarından başka bir gelirleri olmayanların ‘hesaplayamadıkları kadar çok servetlerinin olmasını’ gayet doğal bulurlar.

Hukuk devletlerinde seçimle iş başına gelenler hem milletin hem devletin hem de ülkedeki bütün ekonomik değerlerin sahibi olmazlar. Milletin memurlarıdır o kadar. Millet onlara bütün bu trafiği yönetsin diye basit bir yetki vermiştir. Bu yetki de yazılı metinler çerçevesinde kullanılır. ‘Ben sizin bildiğiniz başbakanlardan değilim!’ diyerek kanunda yazmayan, hukukta olmayan yetkiler kullanamazlar. Devleti yönetmek kişisel zenginlik aracı olarak asla kullanılamaz. Güçlü devletler bu tür insanların mutlaka cezasını keser.

Maalesef Türkiye bu anlamda hem iktidarı hem muhalefetiyle tam bir ahlaksızlar ülkesidir. Adamın siyasete atılmadan önce neredeyse hiçbir mal varlığı yoktur, vatan millet din ahlak sözleriyle siyasete atılır. Sonra hem kendisi hem çocukları hem yakınları hem de çevresi hesapsız bir servetin sahibi olur.

Kimse, ‘Bu parayı nereden buldun?’ demediği gibi herkes olaya ‘olacak o kadar’ gözüyle bakar. Pakistan gibi bir ülkede Navaz Şerif daha az miktarlarda bir serveti açıklayamadığı için görevden alınırken Binali Yıldırım’ın Malta belgeleriyle ortaya çıkan 140 milyon dolarlık bilinmeyen mal varlığı Türkiye’de konuşulmaz bile. Üstüne üstlük Hayrettin Karaman gibi bir fetvacıbaşı çıkıp ‘yolsuzluk hırsızlık değildir’ diye ahkam keser.

Hukukun geliştiği ülkelerde açıklanamayan ahlaksızlıklara, mal edinmelere karşı hukuk, görevini yapar. Buna yargı darbesi denmez. Türkiye’nin zalim bir diktatörlüğe dönüşmesinin en büyük sebebi hukukun görevini yerine getirmemesidir. Hem evrensel hukukta hem İslam hukukunda ‘adil yargı’ hırsıza, yolsuza, zalime dur der. Her iki hukukta da oyunun kuralları vardır, yargı bu kuralların dışına çıkanların ağzının üstüne adalet tokadını vurur. Şöyle ki bir futbol maçında adam eliyle gol atarsa hakem bunu iptal eder, orada kimse ayağa kalkıp ‘Bunu seyirciye soralım, seyirci ne derse o olur’ diyemez.

Yargı kendinde olmayan yetkiler kullanıyorsa, somut değil soyut suçlamalar yapıyorsa o zaman yapılan ‘yargı darbesi’ olur. Mesela 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi Anayasa Mahkemesi’nin aldığı 367 kararı bir yargı darbesidir.

Türkiye’ye baktıkça, insanın Pakistan yargısını bir kere daha tebrik edesi geliyor.