Siz Bu ‘Cemaat’ı Çok Ararsınız, Çok…

Ekrem Dumanlı

Şimdi moda, Cemaat’e hakaret etmek. Lafın belirgin bir yerine ‘terör örgütü’ iftirasını sıkıştırmadan konuşmak neredeyse imkânsız. ‘Reis’ korkusu ve yargılanma endişesi bacayı o kadar sarmış ki öteden beri hukuka vurgu yapan insanlar bile koca bir kitleye terörist demekten utanmıyor.
Oysa Cemaatin doldurduğu boşluğun bunalımını yaşıyor toplum. Daha da derin yaşayacak. Bu yobazlık sürdüğü müddetçe ve şımarıklık sırtını devlet imkânlarına yasladığı sürece acılar katlana katlana devam edecek ve toplumdaki farklılıklar yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacak. Toplumun bir bölümü bu gelişmenin henüz farkında değil ama her geçen gün daha derinden anlayacak ki bindiği dalı kesiyor, içinde yaşadığı gemiyi batırıyor.
Cemaat, farklı kesimlerin (o farklılığı koruyarak) iletişim kurabildiği, tanışabildiği, tartışabildiği eğitimli bir kitleden oluşuyordu. Temelinde dindar insanlar vardı ama bu insanlar dünyaya açık, farklı düşünce ve inançlara saygılı kişilerden oluşuyordu. Şimdi onlar aradan (faşizm zoruyla) çekilince, çok sesli toplum olma yolundaki ana damar kesilmiş oldu. Daha açık söyleyeyim: Bu karanlık baskı döneminde avuçlarını ovuşturarak Cemaat’ten kurtulduklarına sevinen önemli bir kitle, yobaz ve müsamahasız bir toplulukla baş başa kalmış oldu.
İSLAMÎ KESİMLERLE DİĞERLERİ ARASINDA KÖPRÜYDÜ
En sert Cemaat düşmanlarının bile anlayamadığı noktalardan biri bu. Dün onca ayrışmaya rağmen Cemaat adına birileri ile irtibat kurabiliyor, dertlerini anlatabiliyor, medeni ve demokrat bir çerçevede tartışabiliyordu farklı kesimler. Cemaat onların sorunlarını paylaşabiliyor, yardımcı olmak için adımlar atabiliyordu. Simdi sıkıysa havuz medyasının tetikçi kalemlerine ve onların arkasında besicilik yapan patronlarına dert yansınlar bakalım…
Daha da açıkçası: Türkiye’de  solcuların, sağcıların, Kürtlerin, Alevilerin, Kemalistlerin, azınlıkların muhafazakâr kitlelerle irtibat kurabildiği bir ortam sunuyordu Cemaat. Medyasında yer açıyordu her türlü fikrin nitelikli kalemlerine. Abant platformu gibi özgürlükçü ortamlar oluşturuyor, farklı kesimlerin birbirini dinlemesine zemin hazırlıyor, sonra o farklılığı tarih huzurunda kayıtlar altına alarak kamuoyuyla paylaşıyordu. Bir bahçede Cemevi ile Cami’nin beraber bulunması bile (ki bazı yobazları daha o günden rahatsız ediyordu bu iletişim gayreti) toplumsal barış arayışlarının eseriydi.
İslami kesimler arasında Cemaat kadar azınlık haklarına sahip çıkan bir topluluk hiç olmadı. Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Cemaat’in demokratik yaklaşımları sonucunda önemli mesafeler almış, kendilerini daha geniş kitlelere ifade etme fırsatı yakalamıştı. Şimdi KHK’lar eşliğinde mallarına el konuyor. Daha geçenlerde Süryani Derneği Başkanı Yuhanna Aktaş, “Korkarım ki bir KHK ile Müslüman yapılacağız” serzenişinde bulunuyordu. Bu acı hayıflanma, temel hak ve özgürlükler konusundaki geriye dönüşün ve gelecek adına duyulan endişenin feryadı idi aslında. Duyan var mı? Sanmam. Çünkü kitlesel beyin yıkama ameliyesinin mağduru haline gelmiş toplum, Cemaat’i linç etmenin hazzını yaşamakta hala. Ve sıranın kendine geldiğini anlayamıyor…
Cemaat öteden beri öncelikli işinin eğitim olduğuna, bunun sadece dini eğitimle mümkün olmadığına, aksine temel bilimlerin eşliğinde yeni nesillerin başarıya koşabileceğine inanıyor ve bu konuda cesur adımlar atıyordu. Uğursuz bir kıskançlık, hazımsızlık ve çekememezlik toplumun bütün kesimleri için umut noktası haline gelmiş o okulların kapısına zincir vurdu. İflah olmaz Cemaat düşmanları bu feci gelişmeyi faşizmin güç gösterisi olarak değerlendiremedi ve kendi akıbetini sezemedi. Bütün okulların çocuk tacizciliği ile sabıkalı bilgisiz bir kitleye ve tek tip insan modeline teslim edilişini idrak edemedi. Şimdi ‘imam hatip düşmanı’ ilan edilmekten korktuğundan ve başına gelebilecek linç girişimleri endişesini taşıdığından yeni bir İran olma yolunda müsamahasız mollalar düzenine bir şey diyemiyor.

BÜROKRASİDEKİ İŞLEYİŞİ GÖREMEDİLER
Cemaate karşı yöneltilen temel şikâyetlerin özü, bürokraside birilerinin var olduğu ve onların da mevcut hükümete yardımcı olarak bazı yanlışlar yaptığı tezine dayanıyordu. Cemaat bu iddiaları her daim reddetti. Bürokratların devleti yöneten irade ile çalıştığını, o kişilerle gönül bağlarının olmasının bürokratik kararların alınmasında bir rol oynamadığı söyledi ve topu devlete attı ama toplumun bir bölümünü ikna edemedi. O kesimin biraz da işine gelmedi aslında. Bir hükümeti ve o hükümetin başındaki haşin bir zihniyeti hedef almanın bir diyeti vardı çünkü. Oysa hükümetin icraatını (özellikle güvenlik ve yargıda) Cemaat’in üzerine yıkarak eleştirmenin kendilerine gelebilecek zararı da def ettiğini düşündüler.
‘AKP-cemaat kavgası’ diye bakılan ayrışma döneminde Cemaatin devletten tasfiye edildiği aşikâr. Peki, Türkiye daha iyi bir yere mi geldi? Temel hak ve özgürlükler konusunda hükümetin elinin kolunun bağlı olduğunu, ‘Cemaatin güvenlikçi kanadının’ hükümete bir şey yaptırmadığını savunan liberal ve laikçi kesimler tasfiye sonrası daha mı mutlular? Tam tersine, Cemaati kaybeden hükümet aklını da kaybetmiş oldu, vizyonunu da. Resmen adiyattan bir Ortadoğu diktatörlüğüne doğru mesafe alınmakta. Cemaat tarafından tutuklandığı iddia edilen kişiler ya yeniden tutuklandı ve asıl tutuklama kararının kime ait olduğu ortaya çıkmış oldu ya da muhalif görünen birileri kalemlerini ve şereflerini iktidarın eline teslim ederek en baş tetikçi sıfatıyla görev yapmaya başladı.
En yakın mahallesindeki Cemaat kolejine çocuğunu huzur içinde teslim eden aileden, gönül rahatlığı içinde farklı düşüncelerini paylaşan kişilere kadar herkes Cemaat’in yok edilmesinden doğan boşluğu hissedecek. Karşılarında acımasız bir yobazlığın nasıl gaddar bir zihniyet taşıdığını iliklerine kadar yaşayacak. Ve Cemaat dediği barışçı ve ufuk açıcı kitlelerin ne kadar önemli bir misyon üstlendiğini anlayacak. Ne var ki iş işten geçmiş olacak belki de. Türkiye’yi bir kümese çevirmek için çırpınan dar kafalı ve ufuksuz buyurganlar onları çoktan esir almış olacak. Şimdilerde adeta ayinler eşliğinde yok edilmesi için tempo tutan safderun birileri, toplumsal barış zeminin siyasi kin uğruna nasıl yok edildiğini idrak edecek ama bu korkunç yıkımdaki suskunluğunun diyetini de ödeyecek. Çünkü hiçbir faşist/sadist, sadece bir kitleyi yok ederek tatmin olmaz; olmayacak da…
(TR724)