Bir Bebeğin Zindan Günlüğü… [Selim Gündüz]

O yalnız değil. 559 bebek daha var Erdoğan zindanlarında. Bebeklere düşen bu. Büyükler içinse ‘Guantanamo işkencehaneleri’ hayal ediyor. ‘Kafalarını koparmak’tan söz ediyor.
İşte size Erdoğan rejiminin yaşattığı zulümden 4 aylık bir bebeğin payına düşenler.
ANNESİNİN GÖZYAŞLARIYLA KALEME ALDIĞI SATIRLAR ŞÖYLE:
“4 aylık olan evladımdan ayrıldığım gün 9 Ekim 2016 Çarşamba günüydü.
Yüreğime yangın düştüğü gün…
Evimize polisler geldi ifademi vermem gerektiğini söylediler. Hiçbir açıklama yapılmadan Emniyete götürüldüm. Sağlık kontrolünden geçtikten sonra yerin 5 kat altına indik.
Memur beye ‘küçük bebeğim var, yanıma alabilir miyim’, dediğimde, ‘getirsinler ara ara doyurabilirsin’ dedi. 4 aylık yavrum her şeyden habersiz neler yaşıyordu.
Gözaltına alınıp nezarete indiğimde arkadan kapanan kapılar karanlığa gidişimin sesi idi. Kocaman alanda tuvalet karşısında bir yer kadınlara ayrılmıştı. 18 kişiydik. Biri yerde sessizce yatıyordu. Yerde beden eğitimi minderleri vardı. 6 aylık hamile bir kadın da vardı. Zaman durmuş gibiydi. Abdestli idim, hemen namaz kılmak için kıbleye yöneldim. Derdimi anlatacağım tek merci Rabbim idi.
Saatler geçmek bilmiyordu. Oğlumun kokusunu çok özlemiştim. Sanki evladımı kucağıma alınca nefes alabiliyordum. O yokken soluksuzdum.
Gece yarısı idi ama zaten orası her saat karanlıktı. Bir sürü engelleme sonrası oğlum geldi. Kucağıma aldım. Ama 4 aylık yavrum ayrılığın acısı ile ağlıyor, yüzümü yalıyordu. Bütün nezarethane onun ağlaması ile inliyordu.
Yan koğuşta erkekler vardı. Ki onlardan biri seslice dua ediyordu: ‘Allah’ım bebekleri analarından ayrı koyanları, bu yavrulara bunlara yaşatanları sana havale ediyoruz.’
O, dua ediyor herkes ‘amin’ diyordu.
Bizi emzirmek için başka odaya alan kadın memur çok kızgındı. ‘Acele et seni mi bekleyeceğim’ diyordu. Ama yavrum çok ağladığı için karnını doyuramıyordum, o ağlıyordu ben ağlıyordum. Evladımı 5 dakika sonra alıp götürdüler. Canım gitti sanki. Yakasındaki önlüğü gizlice aldım, onu koklayarak durabildim bütün gece. Sadece Rabbime dayandım. Yavrumun o ağlama sesi kulağımdan gitmiyordu. Ne kadar süreceğini bilemediğim bir bilinmezlik içinde elimde önlük uyuyakalmışım.
ZIKKIM YE!
Gelen yemekler hem soğuk ve hem de çok kötü kokuyordu. Kimse bir şey yiyemiyordu. Süt veren annelere, hamilelere dışarıdan, bir şeyler gelebiliyormuş, demişlerdi. Ailemden yemek meyve istemiştim. Memur hanım, ‘getirilen meyveyi verebilir miyim’ diye komisere sordu. Memur, ‘zıkkım ye’ deyip çöpe attı. Bu insanlar nereden gelmişti? Böyle insanlar var mıydı, yeryüzünde? Hayatımda hiç rastlamadığım insan yüzlü canavarların eline düşmüştük. Bana düşen dua idi: ‘Allah’ım o evladıma rızık olacaktı, süt olacaktı. Sana havale ediyorum’ dedim, başka ne diyeyim.
‘Abdest almak istiyoruz’ diye ısrar edince sabah namazı vakti kapıyı açtılar. Sonra kapattılar ve öğleden sonra 3’e kadar kapalı kaldı. Kadın memur istiyorduk ama erkek memur geliyordu. Onlar da bağıra bağıra, küfrederek ‘sizin pisliğinizle mi uğraşacağız, tek siz misiniz derdimiz’ diye söyleniyordu. Her yer o kadar pis ki, tuvaletler kokudan durulmuyordu. Bizim durduğumuz yere bakan tuvalet kapısı kapatılmıyordu.
Her şey bir rüya idi ve ne zaman uyanacağız diye bekliyorduk.
Sonra sorguya götürüldüm. 3 kişi sorular sordular, bağırıp suçladılar. Bir müdür masaya yumruk vurdu. ‘Gerçeği söyle’ dedi. Ben şaşkındım. Ona dönüp ‘Neyi söylememi istiyorsunuz? Ben bir öğrenci yurdunda müdireyim. Yalan söylemem, neyi diyeyim?’ deyince,  ‘Git yat kodeste aklın başına gelsin’ diye bağırdı.
Daha sonra mahkemeye çıkarılmak için adliyeye götürüldüm. Orada ailemi, eşimi ve oğlumu görünce dizlerimin bağı çözüldü.
BEBEĞİNİ DÜŞÜNÜYORSAN İSİMLER VER
Oğlumu verdiler, doyurmam için. Yer olarak bir tuvalet gösterdiler. Annem ağlayarak ‘Kızım sadece seni emiyor, mama yemiyor’ dedi. ‘Gece uyumak için çok zorlandı, Fetih Suresi okudum, bir de senin çıkardığın yazmayı alıp yüzüne koydum, öyle uyudu’ dedi.
Yüreğim paramparça oldu. Çünkü 3 günde süzülmüştü yavrum. Eşimi ise hiç öyle görmemiştim. Bana güç vermek için sıkıyordu kendini.
Mahkemeye çıktım. ‘Savcı bey, 4 aylık bir bebeğim var, bunu göz önünde bulundurmanızı istiyorum’ dedim. Savcı defalarca, ‘Bebeğini düşünüyorsan, o zaman bize isimler ver’ dedi. Benden kendimi kurtarmam için iftira atmamı istiyordu. ‘Kimin ismini vereyim, bulaşıkçının mı, temizlikçinin mi, belletmenlerin mi?’ dedim. ‘Zaten hepsi önünüzde var’ diye devam ettim.
Bebeğimle ve iftira atmak arasında seçim yapmamı istiyordu savcı.
Sorular aynıydı: ‘O yurtta niye çalıştın?’ dedi. Ben de ‘Kaçak bir yer değildi, resmi bir öğrenci yurduydu’ dedim. ‘Hatta müfettişler geldiğinde eksik bulamayıp tebrik etmişti’ dedim. ‘Ben o yurtta çalıştığım için suçluysam o yurdu açmaya izin verenler nerede?’ dedim.
Savcı tekrar öfkelendi ve tutuklanmak üzere nöbetçi mahkemeye sevketti.
O’NA EMANETİZ
Yürüyen merdivenden indiriyorlardı. Karşımda eşim, oğlum, ailem. Oğlumu kucağıma aldım ama kollarımda güç kalmamıştı. Kelepçe bileklerimi perişan etmişti. Eşim kolumdan tuttu: ‘Güçlü ol’ dedi. ‘Siz Allah’a aitsiniz, O’na emanetsiniz’, ‘Merak etme, yavrumuz Rabbimize emanet’ dedi.
Evet, öyleydi şüphem yok. Ama bebeğim mama yemiyor, ne olacak diye düşünüp kendimi tutamıyordum. Gidişimi anlayan oğlum hiç susmadı, yarın alacağımı sanarak ayrıldım.
Kadın kapalı cezaevine götürüldüm. Hala rüyadan uyanmamıştım. Kaydım yapıldı arandım. Eşyalarımın hepsi verilmedi. Oğlumun kokusu sinen önlüğünü bile aldılar. Yalvardım, vermediler, ‘ne olur onunla uyuyorum’ dedim ama memur ‘yapacak bir şey yok uyumazsan uyuma’ dedi. İnsanlar birer canavardı adeta.
İçeri girdik kapılar art arda kapandı. Beni alıp hücreye götürdüler. O an inanamadım. Nefes alamam, dedim. Kapı kapanınca aklımı yitireceğim sandım. ‘Allah’ım biz ne yaptık buraya girecek?!’ diye haykırdım. ‘Biz bir şey yapmadık, vatanın iyiliğini düşünmekten öte bir şey yapmadık’ diye söylenip kalkıp abdest aldım.
Yerler pis idi. Seccade istedim, Kur’an-ı Kerim istedim, vermediler. Yasakmış. Acı olan bunu söyleyenin türbanlı bir polis olmasıydı. Kıyafetimi serdim, yorulana kadar gözyaşları içinde namaz kıldım. ‘Belki bu çektiklerim bu namaz için değerdi’ diye de düşündüm. Kur’an’dan ezber bildiğim kısımlarını sesli okudum. Kendimi bayağı toparlamıştım. Allah sanki üzerime bir ünsiyet indirmişti.
KARŞIMDA İNSAN VAR SANIYORDUM
Zaman kavramı yoktu. Saat olmadığı için yorulup uyuya kalmıştım. Sabah olmuş evladımı alacağım sevinci ile beklerken sütümü sağmak için revire götürüldüm.
Orada memur eşimin çocuğumu getirdiğini ama çocuğumu verilmeyeceğini söyledi. O anki içimdeki acı, tarif edilemezdi. Ben Pazartesiyi nasıl bekleyecektim? Hiç bu kadar acı çekmemiştim, ‘evladımı doyurayım bari’ diye yalvardım. Bunun olmayacağını söylediler. Sağdığım sütleri de dolaba koymamışlardı ve bozulmuştu.
Memura ‘hadi ben suçluyum o masum yavrunun ne suçu var?’ diye sordum. ‘Bakın böyle olursa sütüm kesilir’ dedim ama kimin umurundaki… Ben karşımda insan varmış gibi sayıklıyordum. Ama bunlar insan olamazdı.
Güçlü olmalıydım. Evladım için eşime verdiğim sözüm buydu… O gece rahatsızlandım sütlerimi sağıp lavaboya dökmeye çalıştım ama bende ateş yaptı, sıtma tuttu. Revire götürüldüm. Sonrasını hatırlamıyorum.
Birkaç gün sonra biraz düzeldim. Resmi bayram olunca açık görüş verilmişti. Evladına kavuşma çok farklı bir duyguymuş. Eşimi, anne, babamı gördüm. Evladımı kucağıma aldım. Koğuşum belirlendi. İçeri girdiğimde beni tebessümle karşılayan o  yüzleri, o sıcak simaları ömrüm boyunca unutamam. Arkadaşlar yardım ettiler, yerleştim.
MAHCUP VE ÇARESİZDİM
Artık evladım yanımda idi ama imtihan orada da bitmemişti. 4 aylık bebeğim ihtiyaçları için memurlardan bez falan istedim. Yeni doğan bezi getirdiler. O küçük geldi. Islak mendil de verilmedi. Verilmeyecekmiş. ‘Peki altını nasıl temizleyeceğim’, deyince ‘yıkarsın lavaboda’ dedi. ‘Hasta olur kış günü soğuk suda memur hanım’ dedim. ‘Yapacak bir şey yok’ dediler.
Üzüntü ve ayrılığın sebebi ile sütüm azalmıştı. Oğlum huysuzlaşmıştı. Sanki ‘beni niye bıraktın’ diye kızıyordu. Bez çok kötü olduğu için tamamen pişik oldu. Sütüm yetmiyordu. Koğuşa oğlumun ağlayışı hâkimdi. Mahcup ve çaresizdim ki… Bir anne için en acı şey, evladının açlıktan ağlıyor oluşu ve bir şey yapamayışıymış.
Oğlum ağlıyor, o ağladıkça ben de ağlıyordum. Kantinden bir şeyler istiyorduk. En erken üç güne gelir, diyorlardı. Koğuştaki arkadaşların biri yoğurt mayaladı. Biri meyve püresi yaptı. Yedirmeye çalıştık. Ağlaya ağlaya uyudu oğlum. İlk günler çok zorlandık. Hele o ağır demir kapılar açılınca korkarak irkilmesi kalkıp ağlaması var ya, aman Allah’ım ne kadar zordu!
Koridor camları kırıktı ve rüzgâr çok estiği için oğlum hasta oldu. Sürekli düşünüyordum ‘burada bir kış nasıl geçer’ diye. Oğlumdan da ayrılmak istemiyordum. Rabbime bıraktım her şeyi. ‘Evladım bana emanet, onun ihtiyacını benden daha iyi bilen bir Rabbim var’ diye teselli ettim kalbimi.
ÖNCE SİZ ÇIKIN
Günler geçti düzenimizi kurduk aşı zamanı geldi, aşı orada olmadığı için eşime verdim. 2 gün ayrı kaldık. Süt sağdım verdim eşime o günler içinde. Koğuştaki herkes oğlumun teyzesi oldu. Çok güzel ilgileniyorlardı. Herkes dua ediyordu ‘önce siz çıkın rabbim tez vakitte bu yavrunun yüzüne baksın’ diye…
Duaların kabul edildiği günün sabahı memur hanım beni çağırdı. ‘Tahliyesin, hemen hazırlan’ dedi. İnanamadım. Memura ‘tahliye ne demek’ diye sordum. Şok olmuştum, güldüler. Koğuş arkadaşlarım eşyalarımızı topladı. Elimde 3 poşet, kucağımda oğlum kapının önüne koydular. Paramı vermediler ki telefon edeyim. Dışarıda taksi buldum. Şoföre ‘Parayı eve ulaşınca verebilirim’ dedim. Onun telefonundan eşimi aradım. İnanılmaz bir sevinçti. Kayınbabamın sevinçten dili tutulmuştu. O akşam evimiz bayram yeriydi.
Ama sevincimiz uzun sürmedi. Sabah sadece kahvaltı yaptık. Öğlen saatinde eşimi almaya geldiler. Meğer ayrılık daha bitmemiş. Oğlum tam babasına kavuşmuştu ki onu tekrar bizden aldılar.
Şimdi 9 aylık oldu oğlum. Büyüdü. Her hafta camların ardından babamızı görmeye gidiyoruz. İki ayda bir açık görüş var. Sabırla bekliyoruz ki oğlum babasına sarılsın.
Bu günlerin geçeceğine başı zehir olsa da sonu şeker şerbet olacağına inanarak umutla ve geleceğin heyecanıyla bekliyoruz…”