O Baharı Engellemeye Senin Gücün Yetmez

[Faik Can]

En kutlu günlerde yaşıyoruz. İbadetle, yardımlaşmayla, evrâd u ezkârla değerlendirip, dilimizi yalan, gıybet ve iftiradan, kalbimizi de kin, nefret, haset ve kibirden koruyacağımız günler bunlar. Ama imandan, kulluktan, hayâdan, edepten nasibini almamış çağın İbn-i Selûl’ü sözümona iftar buluşmalarında bile nifakını kusmaktan geri durmuyor. Geçen gün, suçsuz yere zindanlara attığı on binlerce masumu “hapisten çıksalar bile halk sokakta gereğini yapar” diyerek kendi köpeklerinin hedefine oturttu.
Şimdi de Rabbilerinden hiçbir zaman ümitlerini kesmemiş samimi mü’minlerin bahar beklentilerini alaya alıyor. Mazlum ve mağdurların gördüğü müjdeli rüyaları diline doluyor. İftar sofrasında ulûhiyet taslıyor. Bahara sanki kendisi karar verecekmiş gibi, küstahlaşıyor. Allah’a karşı haddini aşıyor. Zulmün en büyüğünü irtikâp ediyor. Bu yaptıklarıyla tarih boyunca bütün peygamberleri alaya alıp vaat ettikleri günlere inanmayan Âd, Semûd,  Medyen, Eyke haklarını, Nûh, Lût peygamberlerin kavimlerini, Firavunu, Mekke müşriklerini ve Medine münafıklarını andırıyor.
Kur’an bunun yüzlerce misaliyle dolu ama biz şimdilik Enbiyâ Sûresi’ne bir bakalım. Hakikatleri “rüya” diyerek hafife alan, vaat edilen haberi dalga geçerek bekleyen müşrikleri anlatarak başlıyor:
5 –“Hayır!” dediler, “bu adğâsu ahlâm: karışık karışık rüyalar.”
“Yok yok, böyle değil, anlaşılan onu kendisi uydurmuş!”
“Hayır! Bu da değil, galiba o bir şair!”,
“Öyleyse önceki peygamberlere verilen mûcizeler kabilinden istediğimiz mûcizeyi bize göstersin!”
Onlar böyle küstahça alay ediyorlar ama Allah, işin sonunda başlarına gelecekleri maziden örneklerle anlatıp ağızlarına ilahi bir şamar vuruyor:
9 – Biz bütün peygamberlere verdiğimiz sözü yerine getirdik. Onları ve beraberlerinde bulunan kullarımızı kurtardık, haddi aşanları ise helâk ettik.
11 – Zulme batmış nice beldelerin bellerini kırdık, onlardan sonra da başka toplumlar yarattık.
Kendilerinde sınırsız güç vehmedip bunu ispat etmek için sağa sola ölçüsüzce bağırmak bütün zalimlerin ortak özelliği. Ama hesap günü geldiğinde ilk kaçanlar da hep onlar oluyor. Gelen ayetler, isteseler de Allah’ın azabından kaçış olmadığını, her şeyin hesabının teker teker sorulacağını hatırlatıyor:
12 – Onlar bizim baskınımızı hisseder etmez, derhal bineklerine yönelip kaçmaya yeltendiler.
13 – “Yok,” dedik, “tepinmeyin, dönün o içinde şımardığınız refah ve konfora! Dönün o saraylarınıza ki sorguya çekileceksiniz.”
14 – “Eyvah! Dediler, gerçekten biz zalim kimselermişiz! Eyvah! Eyvah!”
15 – Bu feryatları böylece sürüp gitti. Nihayet onları öyle yaptık ki biçildiler, sönüp kül oldular…
Hakk’ın onların tepesine bir anda nasıl ineceğini de anlatıyor devam eden ayetlerde. Kendini ilâh sanan, bütün gücü elinde toplamaya çalışıp herkesin kendisine secde etmesini bekleyen sapık ruhluların başına Hak inecek ve onların beyinlerini parçalayacaktır. Sadece bununla da kalmayacak, cehennem onların daimi adresi olacaktır:
18 – Hayır! Biz gerçeği söyler, gerçeği yaparız! Hakkı batılın tepesine indiririz de beynini parçalar, bir anda canı çıkar o batılın! Allah hakkındaki böyle boş düşüncelerinizden (güzel günlerin asla gelmeyeceğini düşünmenizden) ötürü yuh aklınıza, yazıklar olsun size!
29 – Onlardan kim çıkıp da (açıkça veya tavır ve davranışlarıyla) “O’nun yan ısıra ben de İlahım!” diyecek olursa, buna karşılık ona cehennemi veririz. İşte Biz zalimleri böyle cezalandırırız.
Allah’ın bütün baskıcı, zalim toplumlara ve onların başlarındaki tiranlara vaadettiği azap, inananlar için bir kurtuluşun ve baharın müjdesiydi. İnsanlık tarihi aslında ümidin de tarihidir. İnananlar, hep Rabbilerinin vaadettiği o güzel günün ümidiyle yaşarlar. Onları aşağılayıp zulmedenlerse o ümitle dalga geçip “hani ne zamanmış o vaadedilen günler” derler. Kahhâr u Zü’l-Celâl devam eden ayetlerde bu aceleciliğe işaret buyurarak akıbetten haber veriyor:
37 – İnsan, yaratılışça çok acelecidir (Onun için, kendisini uyardığın azabın çarçabuk gelmeyişini alay konusu ediyor). Hele durun biraz, Beni de aceleye getirmeyin, yakında âyetlerimi size göstereceğim!
38 – Ama yine de onlar: “Gerçeği söylüyorsanız, gösterin artık bu azabı, bu va’din gerçekleşmesini daha ne kadar bekleyeceğiz!” diye söyleniyorlar.
39 – Dini olduğu gibi, bu azabı da böyle inkâr edenler, onun tepelerine ineceğini, o ateşin yüzlerini ve sırtlarını yalamasını önleyemeyeceklerini, kendilerine yardım edecek hiç kimsenin bulunmayacağını bir bilselerdi!
40 – Onların beklentilerinin hilafına, o ateş öyle apansız gelecek ki, kendileri birden donakalacaklar. Artık ne onu geri çevirecek güçleri olacak, ne de kendilerine süre verilecek!
Mü’minlere düşen ise şartlar zahiren ne kadar olumsuz olursa olsun, asla ümidi kaybetmemek ve aktif sabırla hayırlar, güzellikler işlemeye devam etmektir:
94 – Bu durumda artık kim mü’min olarak makbul ve güzel işler yaparsa onun gayretleri inkâr edilmez, yaptıkları makbul olur. Biz bütün gayretlerini onun hesabına yazıp geçirmekteyiz.
İşte mü’minler için bahar, düşmanları için ise acı bir azap olan o belanın vakti geldiği zaman bakın neler olacak:
96-97 – …..doğru va’din vaktinin yaklaştığı sıra, işte o zaman, kâfirlerin gözleri birden donakalır. “Eyvah, bizlere! Biz bundan tam bir gaflet içinde idik, daha doğrusu kendimize zulmettik!” diyecekler.
98 – “Hem siz, hem de Allah’tan başka taptığınız tanrılar (tanrı yerine koyduğunuz tiranlar, Allah’tan daha çok kendilerinden korktuğunuz Firavunlar), hepiniz cehennem odunusunuz, siz hep beraber cehenneme gireceksiniz.”
99 – Eğer onlar gerçekten tanrı olsalardı oraya girmezlerdi. (Ne paraları, ne güçleri, ne sarayları, ne şatafatları onları kurtaramayacak!) Hepsi orada ebedî olarak kalacaklardır.
100 – Onlar orada inim inim inleyecekler,  kendilerini sevindirecek hiçbir haber de işitmeyeceklerdir.
Onlar böyle bir rüsvaylığın içine yuvarlanırken, dünyada zulmettikleri, en temel haklarından mahrum bıraktıkları hasbi, samimi, mazlum ve mağdur mü’minler ise ümitlerinin tahakkuku ile mest ü mahmur olarak cennette reftâre gezeceklerdir.
101 – Ama kendileri hakkında Bizden ebedî mutluluk takdir edilmiş olanlar,
cehennemden uzak tutulacaklardır.
102 – Onlar cehennemin hışırtısını bile işitmeyecek, canlarının çektiği nimetler içinde ebedî kalacaklardır.
103 – O en büyük dehşet (Sûra ikinci üfleyiş) dahi onları tasalandırmaz. Melekler onları: “İşte size vâd olunan gün bugündür!” diye karşılayacaklardır.
Ve siz, ey zulümlerine her gün yeni zulümler katan tiranlar, Firavunlar, nifakı zirvede temsil eden kara ruhlular! Bu kara ruhlulara kendini satan, üç kuruş dünya menfaati için hakikate gözlerini kapatan zavallılar! İnsanlığın selameti için bir ömür gözyaşlarını ceyhun etmiş Hocaefendi’ye ve insanlığa hizmetten başka gayesi olmadığını aslında çok iyi bildiğiniz masum insanlara, “terörist” iftirası atmaktan çekinmeyen cami cemaati ve İslamî olduklarını iddia eden bütün cemaatler, tarikatler, hacılar, hocalar! Allah’ın vadettiği ve bizim de zerre kadar şüphe duymadığımız o güzel günler gelecek. O bahar bütün âlemi çiçek bahçesine çevirecek. Ne sizin ne de önünde bel büküp boyun kırdığınız sahte tanrınızın gücü bunu engellemeye yetmeyecek! Taptığınız tiran ve avanesi helak olacak. O masum insanlar da beraatlerini Allah’tan alarak bu zulümden kurtulacaklar ve bütün dünyada hizmetlerine kaldıkları yerden devam edecekler. Bütün bunlar tamamen Rabbimizin lütfu ve keremiyle olacak. Çünkü:
105 – Şu kesindir ki Biz Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da şunu yazdık: “Dünyaya salih kullarım mirasçı olacak. Dünya onlara kalacaktır.”
(TR724)