28 Şubat Mağduru Berrin Sönmez: AKP 28 Şubat’ın Teslim Aldığı Kesimlerin Partisi

İslami camianın entelektüellerinden, 28 Şubat mağduru Berrin Sönmez, AKP’nin 28 Şubat tarafından teslim alınmış kadrolar tarafından kurulan bir parti olduğunu belirterek, “28 Şubat bin yıl sürecek dediklerinde çok kızardık. Şimdi bunu AKP sürdürüyor. Dindar kesim kötülüklere yavaş yavaş alıştırıldı.” dedi.
28 Şubat mağdurlarından Berrin Sönmez, dihaber’de yer alan röportajında AKP iktidarının politikalarını değerlendirdi. 28 Şubat sürecinde Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde akademisyen iken işten atılan isimlerden biri olan Sönmez, o günden bugüne zulmün devam ettiği ve sadece zulmedenlerin kimliğinin değiştiğini şu sözlerle dile getirdi:
‘AKP 28 ŞUBAT’IN TESLİM ALDIĞI KESİMLERİN PARTİSİ’
“O günden bugüne değişen tek şey devlet adına zulmedenlerin kimliğinden başka bir şey değil. Bizim ülkemizde daima halk devletten kötek yiyor. Devlet bir torna- tesviye tezgahı gibi. İnsanları, dini, etnik grupları kendi istedikleri biçime sokacak biçimde sürekli bu tezgaha alıyorlar. 28 Şubat sürecinde dindar kesim dönüştürüldü. Aslında AKP, 28 Şubat sürecinin dönüştürdüğü, mutedil hale getirdiği bir dindar kesimin partisi. Mutedil hale gelerek gömlek değiştirerek iktidar olabildiler. Devletin teslim aldığı kesimlerin oluşturduğu bir parti. Şimdi de devletin teslim aldığı bu kesim devlete vefa borcunu öder gibi, devlet ideolojisini resmileştirdi, tek devlet, tek bayrak ve rabia sloganlarıyla. 28 Şubat’ın sürecini brifinglerle hatırlıyoruz. Yargıçlar, akademisyenler, silahlı kuvvetler tarafından sürekli brife edilirlerdi. O brifinglerde aldıkları bilgilerle karar verirlerdi. Böyle bir yapıda iktidar olan AKP, o brifinglerde, atılan ‘tek bayrak, tek devlet, tek dil, tek devlet’ sloganını resmileştirdi, tüzüğüne aldı. Burada değişen hiç bir şey yok kimlikten başka. 28 Şubat süreci bunların uzun ömürlü olanını getirdi.
‘28 ŞUBAT AKP İLE SÜRÜYOR’
28 Şubat bin yıl sürer dedikleri zaman çok kızmıştık, sürmedi sürmeyecek, bakın bitiyor dediğimiz zaman kendimizi güçlü hissediyorduk. Şimdi ben büyük bir hayal kırıklığı içindeyim çünkü o günün mazlumu olan insanlar o günün fikirlerini tekrar iktidara taşıdı. 28 Şubat devam ediyor, devlette devamlılık dedikleri şey bu olsa gerek. Devlet her siyasi partinin kılığına girerek kendisini sürdürüyor. Şu anda yapılan şey eski devlet reflekslerinden başka bir şey değil. Buna ‘Yeşil Kemalizm’ diyorum.”
‘DİNDAR KESİM YAVAŞ YAVAŞ KÖTÜLÜĞE ALIŞTIRILDI’
Normalde “merhamet ve vicdan ölçüsü” güçlü olması gereken dindar ve mütedeyyin insanların yapılan bunca haksızlığa alıştırıldığını belirten ve bunun için “yavaş yavaş ısıtılan suya alıştırılan” kurbağa örneği veren Sönmez, “Dindar kesim şu anda ısıtılan suda bir kazanın içinde. Aslında tepkiler var ama çok açık karşı koyuşlarla bunu ifade edemiyorlar” dedi ve bunun gerekçelerini şöyle açıkladı:
‘KORKULAR DİRİ TUTULUYOR’
“Bir kere camiaya gönülden bir bağlılık, maddi bağlılık var ama her şeyden öte korku var. AKP iktidardan düşerse her şey eskisi gibi olacak, başörtüsü yasağı geri gelecek endişesi var. Bu endişe inançlı insanların kendilerinin başkalarına zarar vermesine engel olamıyor. Buna gönülden buğzetmekle yetiniyor. Gönülden buğzetmek yeterli değil. Bu açık bir tepkiye dönüşebilir ama bu korku daima pekiştiriliyor ve yeniden üretiliyor. Her seçim sürecinde yeni korkularla halk bağlı tutuluyor iktidara.”
‘İHSAN CUMHURİYETİNE DÖNDÜK’
AKP kongresini ve oradan çıkan mesajları da değerlendiren Sönmez, şunları söyledi: “Burada bize işaret veren şeyler var, bu işaretlerden bir tanesi, AKP’nin yıllardır hep fabrika ayarlarına dönmesini beklerdik. Çıkış rüzgârıyla birlikte ülkeye verdiği umudu tekrar vermesini beklerdik olmadı, tam tersine devletin eski sorumlu dönemlerinin tekrar karşımıza geldiğini, AKP’nin devletin fabrika ayarlarına döndüğünü söyleyebiliriz. Kürt sorununda demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir çözüm ihtiyacımız var iken, karşımıza çıkarılacak yeni adım böyle olmayabilir endişeliyim. Kürt halkını teslim almaya yönelik adımlar atılabilir. Yani ‘ben teslim aldım ihsanda bulunuyorum.’ Bir ihsan cumhuriyeti olduk. Sesini cumhurbaşkanına duyurabilen vatandaş olarak zaten sahip olması gereken şeyi bir ihsan olarak alabiliyor. Böyle bir devletiz. Kürt sorununda biz size bahşettik diyerek bazı adımlar atılabilecek. Tek bayrak, tek millet, tek devlet, tek dil sıralaması bize kesinlikle Kürt halkının hakkı olan özgürlüğü sunmaz. Güvenlikçi bir politika eşliğinde bir politika sunacak ama bu kesinlikle kalıcı olmaz. Kalıcı barış için tüm toplumsal kesimlerin kendilerini içinde bulacakları bir demokratik anayasaya ihtiyaç var. Yerel yönetimin güçlendirilmesi, özerklik ya da başka hangi isimle olursa olsun merkezi yönetimin alternatifi olabilecek bir yönetim biçimi sunmaları gerekiyor.
‘İKİ BAŞLILIĞA NEDEN YERELLERDE KARŞI ÇIKMIYORSUNUZ?’
Cumhurbaşkanı, devlet başkanı modeli olduğu zaman iki başlılık olmaz dediler. Bir yerde cumhurbaşkanı, bir yerde başbakan kesinlikle işlerliği bu iki başlılık engelliyor dediler. Peki, ülkede durum böyle de yerelde durum farklı mı? İllerde de çift başlılık var ve bunu da düşünün. Valiler bir yerde, belediye başkanları bir yerde. Halkın temsilcisi olan belediye başkanlarının yetkileri çok dar. Valiler sadece memur ve devletin atadığı bürokratlar. Bu sadece Kürt illeri için değil bütün Türkiye’de sistem böyle. Madem çift başlılık istenmiyor o halde seçilmiş belediye başkanlarını güçlendireceksiniz, onların yetkilerini artıracaksınız. Belediye başkanı şehrin tek yöneticisi olacak. Bu şekilde bir sistem getirirlerse ama tabii seçilmiş belediye başkanlarının tutuklandığı yerlerine kayyım atandığı bir dönemde bu beklentimiz havada kalıyor.”
‘DİNDAR İNSANLAR NURİYE İLE SEMİH’İN AÇLIĞINI HİSSEDECEKTİR’
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın eylemlerine de dikkat çeken ve Ramazan ayında bu insanların açlığının anımsanması gerektiğini belirten Sönmez, böyle bir vicdanın olduğunu söyledi. Açlık grevi ile orucun kıyaslanamayacağına işaret eden Sönmez, açlık grevinin caiz olmadığı yönündeki söylemlere ilişkin de şunları dile getirdi:
“Bu ülke tasfiyelere alışıktır ama bu büyüklükte bir tasfiyeye tanıklık etmemiştik. İnsanlara hukuken hakkını bırakmadığınızda onlara tek çare olarak bedenleri kullanmayı bıraktıysanız kusur sizde. Dinen caiz olmayan şey insanları mecbur bırakmaktır. Açlık grevleri mecburiyetten başvurulan son çaredir. Oruç manevi olarak insanlara çok şey katıyor. Nefsimizi terbiye ediyoruz. Yiyip içmekten, fitre fesat dedikodudan nefsimizi alıkoymaya çalışıyoruz bu ibadetle. Şimdi açlık grevleri ile ramazan oruçlarını kıyaslamak doğru değil oma onlarda bedenlerini terbiye ederek hak arama yolunu seçmiş insanlar. Bizde nefsimizi ortaya koyarak Allah’ın rızasını kazanmış insan olmaya çalışıyoruz. Ramazan orucu aynı zamanda aç kalan insanları duyumsamaktır. Dindar kesim merhameti güçlü insanlar. Bu insanların bu eylemi derinden hissettiğine inanıyorum.”
(dihaber)