Ağzım Kurusun, Yok Musun Ey Adl-I İlahi

[Tarık Toros]

Zannediyorum, şu sürecin en büyük yararı, insanları tanımamız oldu.
Maske düştü, kel göründü.
Adeta kendimizle tanıştık.
Ülkeyi toplama kampına benzeten Aslı Erdoğan “daha kötü bir zaman yaşamadım” diyor.
Dilsiz şeytan olmayı içine sindiremeyen, yurt dışına çıkmayı hayal dahi etmeyen Nuray Mert ise süreci, “kendi ülkesinde sürgün” diye özetliyor.
Hayat boyu böyle bir dönem görmedik, yaşamadık belki, fakat okuduk.
Okuduğumuzu da anlamamışız.
Oysa Mehmet Akif yazmıştı:
“Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta; Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!”
Nurettin Topçu’nun hayal kırıklığı çok çarpıcıdır mesela:
“İnsanın düşkünlüğünü, sefaletini bilirdim ama ruh sefaletinin bu kadar karanlığını görmemiştim. İnsan diye emek verdiklerimin hemen hepsi menfaat kölesi bir takım haşerelermiş. Buraya artık ne ilim girer, ne ahlak; ne de Allah uzanır bunlara… Bunların önce her şeyi bırakıp, insanlık devrine girmeleri lazım.”
***
İşkence öyküleri yürek burkuyor.
Bildiğimiz, öğrenebildiğimiz intihar sayısı 37’yi geçti.
Yüzbinler aç.
Ve bu aç insanların açlık grevi yapıyor diye tutuklandıkları bir utanç ülkesi Türkiye!
Bir de çıkıp “Dinde bunun yeri yok” diye gerekçe üretiyorlar.
O sana göre öyle.
Çaresi mi kalmış?
Ne yapsın daha başka?
Ağır çekimde ölüme mahkûm etmişsin.
“Nasılsa ölüyorum, böyle gideyim, benden sonrakilere belki nefes veririm” diye düşünüyor.
Bakın, bugün cezaevinde başı örtülü kadın tutuklular dahi intiharı düşünüyor, dışardaki yakınları “kendine bir şey yapacak” diye çalmadık kapı bırakmıyorsa durum vahametten ötedir.
Herkes güçlü bir iradeye sahip olmayabilir.
Varsa bile bunu yitirebilir.
Bediüzzaman dahi düşünmüş intiharı.
Ne diyor: “Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Câni gibi muamele gördüm. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni men etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.”
Bu satırları da okumuş, anlamamışız.
Yaşadıkça görüyoruz.

***
Yüzbinlerce insanı aynı çuvala koydular.
“FETÖ” diye bir şey ürettiler, bilip bilmeden konuşuyor, yazıyorlar.
Tutuklanan herkese “silahlı terör örgütü” yaftası yapıştırılıyor.
Cadı avı kabul ettirildi ülkeye.
Egemenlerin de istediği tam olarak buydu.
Açlık grevi yapan OHAL KHK’sı ile atılmış iki akademisyeni tutukladılar.
“F..Ö’cü” diye attılar, DHKP-C’den tutukladılar.
Bunu dahi sorgulayan yok!
Niye?
“Kokteyl örgüt” kabul ettirildi de ondan.
Aldanma hakkını da sadece kendilerine kullandırıyorlar, ötesine kulak asan yok!
Hem şu “F..Ö” ne?
Bir tanımlansa yani.
Tutuklu on binlere, hayatı karartılmış yüz binlere ezbere “F…CÜ” diyen, ne dediğinin, neyi yapıştırdığının farkında mı?
Yarın, tek tek helallik alması icap edecek “silahlı terörist” dediği masumlardan!
Tabi onlar da haklarını helal ederse…
Ya da helallik alacak birini bulabilirlerse…
Bugün ortaya çıkıp “kontrollü darbe” diyenler de çok utanacak!
Birileri birilerine tuzağa düşürmüş.
İfadeleri okuyoruz, herkesin her şeyden haberi var, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, MİT, Özel Kuvvetler Komutanı vs…
Peki ya, içeride onca eza ve cefaya maruz kalan on binler?
Dışarda onları gözleyen yüzbinlerce çift göz?
Unutuldular.
Toplama kamplarına dönmüş hapishanelerde ağır çekimde ölüme mahkumlar.
***
Açlık grevi, belli aşamadan sonra kişinin beyin ya da organlarında geri getirilemez hasara yol açıyor.
Emin olun, yılları bulan şu tutukluluklar, bir daha asla tamir edilemeyecek tahribata yol açtı bile.
Tükettiniz insanları.
Harap ettiniz.
Dağıttınız yuvaları.
Perişan ettiniz.
Mehmet Akif’le bitirelim:
“Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz… Sen bize yangın veriyorsun!
‘Yandık!’ diyoruz… Boğmaya kan gönderiyorsun!
Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ
Câni geziyor dipdiri… Can vermede mâsûm
Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?
Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;
Bir uykuya daldık ki, cehennemde uyandık
Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,
Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?
Ağzım kurusun… Yok musun ey adl-i İlâhî!”
(TR724)