‘Ver Zarrab’ı Al ….’ Denklemi Ya da Türkiye’deki ABD’lileri Bekleyen Tehlike

[ADEM YAVUZ ARSLAN, WASHINGTON]
Başlıktaki denklemin ilk bölümünü hepimiz biliyoruz.
Erdoğan, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet skandalının kilit ismi Rıza Zarrab’ı ABD’den alabilmek için yoğun çaba sarf ediyor.
17 Aralık 2013’te patlak veren büyük skandaldan bu yana ilk ve en önemli gündemi Razzab dosyası. Öyle ki, İranlı bir işadamı için tüm Türk adalet ve güvenlik sistemini dağıttı.
Türkiye’nin yetiştirdiği çok değerli güvenlik bürokratlarını ve yargıçlarını hapse attı. Faturasını çok ağır ödeyeceğimiz yıkımlara neden oldu.
Bir devleti devlet yapan en önemli unsur olan ‘hukukun üstünlüğü’ kuralını ezdi geçti.
Her şey Rıza Zarrab’ı kurtarmak içindi.
Öyle de oldu, Erdoğan her şeyi yakıp yıkıp Zarrab’ı kurtardı. Ancak esrarengiz bir şekilde Zarrab, ABD’nin eline düştü ve bir yılı aşkın süredir cezaevinde.
Görünen -duyumlar da bunu teyit ediyor- o ki uzun süre cezaevinde kalacak.
Erdoğan ise Zarrab’ı kurtarabilmek için yoğun mesai harcıyor. ABD’de lobi şirketleri tutuyor, Başkan Trump’a nüfuz edebilecek herkesi aracı kılıyor. Bu kapsamda eski New York Belediye Başkanı Rudy Giuliani ile bile anlaştı. Kendisi için ‘ölüm kalım meselesi’ sayılan referandum öncesi Giuliani ve Zarrab’ın diğer avukatları ile toplantılar yaptı.
Geçen hafta bir günlük seyahat için ABD’ye geldiğinde öncelikli gündemi yine Zarrab’tı.
Başkan Trump ile baş başa yaptığı 22 dakikalık görüşmede (Gülen’den bile önce) Zarrab’ı gündem yaptı. İkili görüşme sonrası yapılan basın açıklamasında da bu konu gündeme getirildi.
Yani Erdoğan için Gülen’den bile önemliydi çünkü Gülen meselesini ikili görüşmede değil heyetler arasındaki toplantıda gündeme getirmişti sadece.
Peki ne oldu?
Ne olduğunu -Erdoğan çok uzun süredir bağımsız gazetecilere röportaj vermiyor, onlarla karşılaşmıyor bile- beraberindeki iki düzine gazeteciye verdiği demeçten anlıyoruz.
“Zarrab meselesi konuşuldu mu?” şeklindeki bir soruya Erdoğan kısa bir cevapla “Yargıyı işaret ettiler, Adalet ve Dışişleri Bakanlarımız takip edecek” cevabını vermiş.
Yani Erdoğan eli boş döndü.

ZARRAB’A ‘SUS MESAJI’
Aslında Erdoğan gelmeden de böyle bir cevap alacağını biliyordu.
Fakat bu konuyu yani Zarrab’ı kurtarma çalışmalarını sürekli herkesin gözüne sokuyor çünkü oyun planı bunu gerektiriyor.
Yoksa Erdoğan da ABD’deki yargı süreçlerine politik müdahalenin -sıfır ihtimal değil ama- çok zor olduğunu biliyor.
Buradaki espri şu: Erdoğan’ın en büyük korkusu Zarrab’ın ‘umudunu yitirip konuşmaya başlaması’. Zira Zarrab’ın konuşmaya başlaması, İran ve Türkiye üzerinden dönen altın-para trafiğini, kime ne kadar rüşvet verdiğini anlatması öngörülemeyecek sorunlara yol açabilir.
Bu yüzden bizzat Zarrab dosyası ile ilgilenen, avukatları ile şahsen toplantılar yapan Erdoğan’ın öncelikli hedefi Zarrab’a ‘dayan, seni kurtaracağız’ mesajı vermek.
Bir bakıma Zarrab’ı oyalıyor.
Bu açıdan Erdoğan’ın son Washington seyahati çok önemliydi. Fakat Erdoğan eli boş döndü.
Beraberindeki gazetecilere bir cümle ile ‘yargıyı işaret ettiler’ açıklaması yapılması yaşanan moral bozukluğunun yansıması.
Peki şimdi ne olacak?
Erdoğan, Trump’la kuracağı ‘ver Zarrab’ı al …’ denkleminin ikinci bölümüne ne koyacak?
İlk akla gelen Rahip Andrew Craig Brunson. Trump, Cemaat soruşturmaları kapsamında tutuklanan Rahip Brunson’un serbest bırakılmasını -biraz da diplomatik teamüllere aykırı bir şekilde- sert bir basın açıklaması ile ‘talep etti’.
Aradan geçen sürede Erdoğan rejimi rahibi serbest bırakmadı. Muhtemelen koz olarak elinde tutuyor.
Fakat Rahip Brunson, Zarrab pazarlığında denge unsuru olmaktan uzak. O yüzden Erdoğan’ın pazarlık masasına başka şeyler koyması gerekecek.
Silah alımları, füze pazarlıkları, Suriye’de oluşturulacak yeni yapılar ilk akla gelen seçenekler arasında.

ZARRAB’I TAKAS ETMEK?
Öte yandan ‘Kuzey Kore taktikleri’ de -ABD’lileri tutuklayıp pazarlık unsuru yapmak- Ankara’nın gündeminde olabilir.
Yani ABD vatandaşlarını sudan bahanelerle tutuklayıp Zarrab ile takas etmeye çalışabilirler.
ABD yasaları hüküm giyen sanıkların başka ülkelerle takasına imkân tanıyor. Hatta ABD için bu eski bir gelenek. Nitekim bugüne kadar pek çok ülkeyle mahkûm takası yapıldı.
Mesela İran geçtiğimiz aylarda Washington Post muhabiriyle birlikte bir ABD askeri ve bir din adamını serbest bıraktı. ABD ise karşılığında İran’a yönelik yaptırımları ihlalden ABD’de hüküm giymiş 7 kişiyi serbest bıraktı.
Benzeri bir takas Taliban ile yapılmış, bir ABD askerine karşı Guantanamo’daki 5 esir serbest bırakılmış, konu ABD kamuoyunda tartışma doğurmuştu.
Dediğim gibi, esir takası ABD de diplomasinin bir unsuru olarak kullanılagelen bir seçenek.
Erdoğan, Zarrab’ı yasal yollardan kurtaramayacağını bildiği için siyasi manevralar yaptı. ‘Ulusal güvenlik’ ve ‘milli çıkarlar’ ambalajı ile Trump’a yeni bir kanal açmak istedi ancak son seyahat gösterdi ki orada da kapılar kapalı.
Şeytanın avukatlığını yapmak istemem ama Türkiye’deki ABD’liler bir anda kendilerini Cemaat soruşturmalarından tutuklu bulabilirler. Sonra da Zarrab ile takas pazarlığının bir parçası olabilirler.
İhtimal dışı görmeyin derim.
Zarrab’ın hüküm giydikten sonra takas havuzuna atılması medyaya da yansımış bir tartışmaydı. Gerçi ABD’liler onu İran ile pazarlıkta kullanabilir ve bu durum Erdoğan için başka bir kabusa dönüşebilir.
Erdoğan, Zarrab’ın Amerika’ya gitmesine göz yuman-elinden kaçıran- başta MİT Müsteşarı Hakan Fidan olmak üzere güvenlik bürokratlarına kızmasın da kime kızsın?

‘HAYDUT DEVLET’ BÖYLE OLUYOR!
Diplomaside ‘haydut devlet’ (Rogue State) diye bir tanım var.
“Kural tanımayan, küresel barışı tehdit eden, terörizmi destekleyen hatta bunu siyasi bir araç olarak kullanan ülkeleri” tanım için kullanılıyor.
Bugüne kadar İran, Kuzey Kore, Suriye ve Sudan gibi ülkeler için yaygın olarak kullanılıyordu.
Erdoğan ve AKP sayesinde artık Türkiye de bu listeye eklendi.
Geçtiğimiz hafta Washington’a gelen ve DC sokaklarında terör estiren Erdoğan’ın korumaları ABD medyasının gündeminden düşmüyor.
Ana akım medya yanında sosyal medyanın da manşetlerinde.
Hatta Washington Post ve New York Times gibi gazeteler video analizleri yaparak göstericilere talimatın Erdoğan tarafından verildiğini iddia ettiler. ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ise Türk yetkilerin hesap vermesi gerektiğini söylerken Büyükelçi Serdar Kılıç’ın sınır dışı edilmesi dahi tartışıldı.
Hemen ardından da NBA yıldızı Enes Kanter’in pasaportunun iptali nedeniyle Romanya’da alıkonması skandalı patladı. Kanter sorunsuz ABD’ye dönebildi fakat konu günlerdir manşetlerde.
Her iki olayın ortak noktası ise şu: Yakın zamana kadar Türkiye’de yaşananlar Beyaz Saray ya da Dışişleri Bakanlığı başta olmak üzere ‘yönetici kesimin’ gündemiydi. Ortalama ABD’li için Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlalleri bir şey ifade etmiyordu. Ancak son iki olayla birlikte ‘sokaktaki sıradan ABD’li bile’ Erdoğan yönetimindeki Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerinden haberdar oldu.
Ortak soru ise şu: “ABD’ye gelip bunları yapanlar acaba kendi ülkesinde neler yapıyordur?”
Dahası herkesin gözünün önünde olan, kameraların kaydettiği bir olayda bile tüm gerçekleri tersine çeviren bir anlayışa sahip olan Erdoğan rejimi ile tanıştı ABD’liler.
Önceden de bir fikirleri vardı ancak şimdi alenen şahit oldular.
Düşünsenize Erdoğan saldırı talimatı veriyor, korumaları savunmasız insanları acımasızca dövüyor ve sonra Türkiye devleti ABD’ye nota verip Amerikan polisini eleştiriyor!
Böyle bir devletin sözüne itibar edilmesi, ‘delil diye sunduğu dosyaların’ ciddiye alınması mümkün mü?
(TR724)