Referandum Geçti, Kır Direksiyonu Batı’ya…

[Analiz: Semih Ardıç]
Referandumun neticesi ‘şaibeli’ olsa da Recep Tayyip Erdoğan, ‘başkanlık’ yolunda ilerliyor. En büyük maniyi aştığına inanıyor. Amma velâkin nihai zafer için henüz erken. Halletmesi lazım gelen meseleler var. Başkanlık seçimini kazanabilmesi kaybettiği 5-6 milyonluk kitleyi ikna etmesine bağlı.
Ekonomiyi toparlaması, bunun için de para bulması lazım. Nitekim enflasyon, işsizlik, dış borçlar derken Türkiye hemen her kalemde geriye gidiyor. Böyle giderse başkanlık hevesiyle çıktığı yolda Meclis ekseriyetinden de olabilir ve yaya kalabilir. Bütün gayretlerine rağmen esrarengiz para girişi giderek azalıyor. Rusya ve Çin’den şu ana dek umduğu kadar malî destek temin edemedi. Bakmayın ‘faize karşıyım’ demesine, dövizin ekonomiyi nasıl buhrana sürüklediğini kabul etti ve doların 3,60 TL üzerine çıkmaması için faizin yükseltilmesine bile müsaade etti.
YATIRIMLARIN YÜZDE 80’İ AVRUPA’DAN
Bunların hepsi kısa vadeli çareler. Yatırım olmadan ne işsizliğe çare bulunabilir ne de döviz kuru ve faizler aşağı iner. Kalıcı yatırımın yüzde 80’i Avrupa Birliği’nden (AB) kalan yüzde 20’nin yarısından fazlası da ABD, Japonya, Güney Kore gibi hukukun hâkim kılındığı memleketlerden geliyor. İhracat, turizm gelirleri için de tablo farklı sayılmaz.
Hamasetle hakikat arasındaki farkla yüzleşme vakti geldi. Referandumdan evvel sarf ettiği en ağır hakaretlere mukabil Erdoğan yeniden AB’nin kapısını çalarsa şaşırmam. Bunu AB’nin demokrasi ve insan hakları vizyonuna inandığı için yapmayacak. Tamamen pragmatist bir tavırla hareket edecek. Başkanlığı kazanıncaya kadar ihtiyaç duyduğu para gelsin, işsizliği azaltacak doğrudan yatırımlar tahakkuk etsin kâfi.
BİR MÜDDET AB’YE İLİŞMEZ OLUR BİTER!
Ne olmuş yani! Dündür bugün bugündür. Referandum köprüsünden geçmek için AB düşmanlığı geçer akçeydi, o minvalde konuştu. Bugünden itibaren de halk desteğinin azalmasında yegâne faktör olan ‘iktisadî krizi’ aşmak için bir müddet AB’ye ilişmez olur biter. AB’nin tutuklu gazeteciler ve Hizmet Hareketi’nin maruz kaldığı baskıları tenkit etmesini başkan olacağı güne dek sineye çeker, diğer taraftan bildiğini okumaya devam eder. Siyaset ‘rey ütme sanatı’ ise Erdoğan da bu sanatı gayet ustaca icra ediyor. Hadd-i zatında Erdoğan’ın yaptıklarını kritik edecek veya kendisi ile tenakuza düştüğünü ifade edebilecek kim kaldı!
Erdoğan, ‘daha fazla Suriyelilerin mülteci olarak kapıya dayanacağı’ tehdidi ile AB’yi köşeye sıkıştırıyor. Kısa vadede elindeki bu koza çok itimat ediyor. “Demokrasiden yana mı olacağız, yoksa Türkiye’nin tek adam rejimine tamamen teslim olmasına seyirci mi kalacağız?” şeklindeki itirazlara mani olamasa da bu minvaldeki müzakerelerin neticesiz kalacağına inanıyor. Zira ‘mülteci akını’ AB’de rey kaybettiriyor. Erdoğan, ‘Muhacir-Ensar kardeşliği’ni şantaj malzemesi olarak kullanmaktan da imtina etmiyor.
Erdoğan, ‘Türkiye’nin Erdoğan’dan ibaret olmadığını’ ve tahriklere kapılmadan münasebetlerin devam ettirilmesini isteyen siyasetçilerin samimi duruşunu da kendi lehine kullanacak. Bu arada AB’nin düzeltilmesini istediği başlıkların hiçbirine el sürmeyecek.
AHMET TAŞGETİREN’İ MALZEME YAPTILAR
Ahmet Taşgetiren’in malzeme olarak kullanıldığı ve ‘tekkeye mürit aramıyoruz’ sözleri ile yandaş medyada kopan kavgada Cem Küçük’ten yana tercihte bulunduğu kontrollü kriz de İran’a hedef alan ‘Pers milliyetçiliği yapıyorlar’ sözleri de Erdoğan’ın batıya şirin görünme hamleleri esasında. Devamı gelecek. Bu med cezirlerden Türkiye’nin menfaati zarar görmüş kimin umurunda.
AB ile dondurulan temaslar başladı bile. 8 Mayıs 2017 Pazartesi günü Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Almanya’da olacak. Referandumdan evvel Erdoğan’ın ‘Nazi artığı’ sözleri ile tırmanan krizin akabinde Zeybekci’nin Berlin’e gelmesi Ankara’nın geri adım attığını gösteriyor.
Almanya’dan Türkiye’ye yapılan yatırımların yüzde 35 ve Alman turistlerin Türkiye’ye rezervasyonlarının da yüzde 58 azaldığı bir dönemde Zeybekci, Alman hükümetinden destek isteyecek. Alman hükümeti ise Eylül ayında yapılacak genel seçimler öncesinde Türkiye’ye net tavır konulmasını isteyen manşetlerle karşı karşıya. DW’nin yorumu dikkat çekici: “Türkiye’de son aylarda yaşanan siyasi gelişmeler, Die Welt gazetesi muhabiri Deniz Yücel ve çok sayıda gazeteci ile siyasetçinin halen tutuklu bulunması, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı konularındaki endişeler, Alman hükümeti, medyası ve kamuoyundaki önemli gündem maddeleri arasında olmaya devam ediyor.”
ALMANYA, HUKUK DEVLETİ GARANTİSİ İSTEYECEK
Alman Ekonomi Bakanı Zypries’in “Türk-Alman dostluğunu ve iktisadî ilişkileri muhafaza etmek istiyoruz, ancak bunun için Türkiye’de hukuk devletinin garanti altına alınması önemli.” beyanatını Zeybekci’ye yeniden ifade edeceği konuşuluyor. Zypries, yabancı yatırımcılar açısından hukuk devletinin önemini vurgularken, “Devlet işlerinde keyfiyet yabancı yatırımlar açısından zehir gibidir.” ifadelerini kullanmıştı.
Alman Maliye Bakanı Wolfgang Schaeuble de Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in ‘malî yardım’ talebine ‘hayır’ cevabı vermişti. DW’ye konuşan bir Alman yetkili Ankara’dan tutarlı bir siyasî duruş görmek istediklerini vurgularken, “Referandum sürecinde Türk tarafı ikili görüşmelerde ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi için destek beklentisini aktarırken, diğer yandan kamuoyuna yönelik açıklamalarında hakaret niteliğinde bir üslup kullandı. Bundan rahatsız olduk. İşbirliğinin geliştirilmesi Türkiye’nin önümüzdeki süreçte benimseyeceği tutuma ve ikili ilişkilerde güvenin yeniden inşasına bağlı. Tutarlı bir tutum görmek istiyoruz” mesajı verdi.
AB, ERDOĞAN’IN TAKİYYE YAPABİLECEĞİ İHTİMALİ İLE ADIM ATACAK
Kırılan vazonun parçaları bir araya getirilse de kırıkların izi giderilemiyor. Türkiye’nin dış siyasetteki hoyratlığı Zeybekci’nin Berlin temaslarında nazik bir dille ifade edilecektir. Ziyaretten netice alınması mümkün görünmüyor. Almanların, Rusya’daki gibi talimatla ya da devletin işareti ile Ege ve Akdeniz sahillerine akın etmesini beklemiyoruz herhalde. Zeybekci’nin eli boş dönüp dönmeyeceğinden ziyade bu ziyarete, o kadar gürültü patırtı olmamış gibi Almanya’nın kapısına gelinmesi zaviyesinden bakıyorum. Erdoğan’ın bundan sonra atacağı oportünist adımların ilkini dikkatle takip etmekte fayda var. AB cenahı, bu hamlenin ve akabinde olacakların farkında. Erdoğan’ın tuzağına düşmeden onlar da vaziyeti idare etmeye çalışacak. Avrupalılar, Erdoğan’ın batıya takiyye yaptığını, radikallerle ve siyasî İslamcılarla gerilimlerinin muvakkat olduğunu, hatta radikal unsurları bir şantaj vasıtası olarak sürekli elinde tutacağını gayet iyi biliyor. Erdoğan Saray’da durduğu müddetçe Türkiye’yi yatırım yapılabilecek kadar istikrarlı bir ekonomi olarak görmüyorlar. Yatırımcıların akıl hocalarından Standard&Poors’un son raporunda riskler açık açık yer aldı. İsveçli Telia, Erdoğan’ın arka bahçesine döndüğü için Turkcell’de 1,8 milyar liralık hissesini bir günde sattı.
BÖLÜNMÜŞLÜK VE İÇ ÇATIŞMA ENDİŞESİ
İktisadî krizi derinleştirebilecek bir başka husus var ki onu da ABD Dışişleri Bakanlığı Müşaviri John Sitilides ifade etti. Amerika’nın Sesi’ne konuşan Sitilides, “Ülkenin yarısı Erdoğan’ı çok severken yarısı ondan nefret ediyor. Bu fark eskiden bu kadar belirgin değildi ancak referandum sonrası bu bölünme daha da ortaya çıktı. Amerika’dan baktığımızda benim endişelendiğim konu, ülkenin tekrar bir araya gelemeyecek kadar siyasi açıdan bölünmüş olması. Bu siyasi bölünme Türkiye iç politikasını önümüzdeki dönemlerde daha da istikrarsız bir hale getirme potansiyeli taşıyor” dedi.
MASAYI TEKMELEYEN TARAF OLMAK İSTEMİYORLAR
Erdoğan, bu bölünmüşlük üzerinden kendi iktidarını perçinlemeye çalışacak ve Türkiye’yi aile şirketi gibi idare edeceği güne kadar takiyyeden de U dönüşlerinden de vazgeçmeyecek. ABD ve AB, Türkiye’de demokrasinin -mış gibi yaparak güçlenemeyeceğinin farkında.
Sadece masayı tekmeleyen taraf olmak istemedikleri için sabrediyorlar. Bu bekleyişin daha fazla istismar edilmemesi için Zeybekci’ye Berlin temaslarında Alman muhatapları, ‘her şeyin farkındayız, demokrasi takiyye ile yürümez’ imasında bulunabilir.