Atilla’nın Yolu Nasıl Erdoğan’a Çıkar?

[Haber-Analiz: Ahmet Dönmez]

Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın ABD’de tutuklanması, 17 Aralık’ta ortaya çıkan hırsızlık şebekesi için önemli mi? Evet, çok önemli. Peki bu soruşturmanın ucu nereye kadar gider? Direkt söyleyelim: Tayyip Erdoğan’a kadar gider. Nasıl mı? Başlayalım…
Dünkü “Kim bu Hakan Atilla?” başlıklı yazımda, ABD’de tutuklu İranlı işadamı Reza Zarrab’ın Halkbank merkezli nasıl bir kara para, hayali ihracat ve rüşvet çarkı kurduğunu; Atilla’nın bu çarkın neresinde yer aldığını anlatmıştım. Zarrab, kamu bankası olan Halkbank’ı kirli işlerine kim sayesinde alet ediyordu? Genel Müdür Süleyman Aslan. 17 Aralık fezlekesine göre Zarrab, Aslan’a 15 ayrı teslimatta toplam 3 milyon euro, 3 milyon 900 bin dolar ve 1 milyon TL rüşvet vermişti. Bunlar haricinde 2 sefer de miktarı henüz bilinmeyen para gönderildiği tespiti var. ABD’de görevden alınan savcı Preet Bharara’nın dosyasına göre de Aslan’ın aldığı rüşvet miktarı 2,5 milyon Euro ve 1,4 milyon dolar.
17 Aralık fezlekesine göre Hakan Atilla’nın rüşvet aldığına dair herhangi bir tespit yok. Ancak kurulan bu rüşvet ilişkisi çerçevesinde Zarrab için yapılan bütün usulsüzlükleri biliyor. Suç teşkil eden birçok bankacılık işleminde onun da dahli var. ABD’de vereceği bilgiler, bütün bu kirli tezgâhı deşifre edecek.
REZA İLE ASLAN’I BULUŞTURAN ZAFER ÇAĞLAYAN
Peki nasıl olacak da ucu Erdoğan’a kadar gidecek? Şöyle: Reza Zarrab ile Süleyman Aslan’ı tanıştıran ve işbirliğine sokan kişi dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan. 2012 yılında BM ve ABD’nin İran’a yönelik ambargosunu altın ihracatıyla delme formülü ile gerçekleşiyor bu tanışma. Fezlekedeki iddiaya göre Çağlayan ile Zarrab arasındaki rüşvet ilişkisi, 19 Mart 2012’de başlamıştı. Bu tarihler, uluslararası ambargonun altın ticareti ile delinmesi ile aynı döneme rastlıyor. Muhalefet, 2012 Temmuz ayında İran’ın Türkiye’den artan altın ithalatını Meclis gündemine getirmişti. Verilen soru önergesini cevaplayan Zafer Çağlayan, Zarrab’ın altın ticaretini savunmuştu. 19 Mart 2012 tarihinden, önergeye cevap verdiği 3 Temmuz 2012’ye kadar Zarrab’dan Çağlayan’a ulaştırılan rüşvet miktarı, 6 seferde toplam 8 milyon 489 bin 500 euro idi. Soru önergesine verdiği cevapla Zarrab’ı bir kere daha aslanlar gibi savunmasından 3 gün sonra kendisine bir 5 milyon Euro daha ulaştırıldı. 17 Aralık fezlekesine göre Çağlayan’a ödenen rüşvet miktarı, 32 milyon 53 bin 600 Euro, 6 milyon 766 bin 750 dolar, 3 milyon 465 bin TL ve 300 bin İsviçre frangı değerinde saatti. Bharara’nın dosyasına göre de rakamlar 32 milyon Euro, 10 milyon Dolar, 300 bin İsviçre Frangı ve piyano olarak sıralanıyor.
Türk polisi, bütün bu teslimatları adım adım takip ediyor ve görüntülüyordu. Reza da zaten kime ne verdiğini unutmamak için bir rüşvet excel dosyası tutmuştu. Polisin teknik ve fiziki takiple delillendirdiği teslimatlarla bu excel tablosundaki rakamlar da birebir uyuyor.
İşte o Zafer Çağlayan, 6 Ekim 2012 sabah 07.30’da Atatürk Havalimanı VIP salonunda Reza Zarrab’la buluştu. Aynı gün Süleyman Aslan’la buluşmaları için aracılık etti. Aslan, Zarrab’ı Halkbank Genel Müdürlüğü binasına çağırdı. İranlı işadamı, görüşmeden çıktıktan sonra sağ kolu Abdullah Happani’yi arayarak, “Süleyman Bey’in yanından çıktım şimdi. Burası ‘Abi’ gibi tamam. ‘Abi’ ayarında. Bizim her işimizi halledecek. ‘Abi’nin haberi var. O beni çağırdı zaten, o kendisi ‘Yol ver’ dedi Süleyman’a” müjdesini verdi. ‘Abi’ Zafer Çağlayan’ın kod adıydı. Birçok görüşmede Çağlayan için ‘Abi’ diyordu.
SİSTEMİ ÇAĞLAYAN ORGANİZE ETTİ
Bu şekilde bir ilişki başlamış oldu. Zarrab’ın başta Çin olmak üzere dünyanın farklı yerlerinde tuttuğu paralar Halkbank üzerinden Türkiye’ye geliyor, bu paralarla altın alınıyor ve Dubai üzerinden İran’a sokuluyordu. ABD’nin ambargo baskısını artırması ile birlikte Mart 2013’ten itibaren yeni bir formül bulundu. ABD’den aldığı sinyaller neticesinde ‘altın’ işinin riskini farkeden Genel Müdür Süleyman Aslan, 26 Mart 2013 tarihinde Reza’yı yanına çağırarak “Ambargo gıda ve ilacı kapsamıyor. İran’a gıda ürünleri ve ilaç gönderiyormuş gibi yapın.” dedi. Böylece sahte evraklarla İran’a hayali transit ticaret başlatıldı. Bu işlemler Hakan Atilla üzerinden gerçekleşiyordu. Kendisi bu hayali ihracatı biliyor ve kitabına uyduruyordu. Mesela 10 Nisan 2013 tarihli telefon konuşmalarında Reza Zarrab, Atilla’ya ‘gıda ve ilaç’ üzerinden kuracakları yeni sistemi anlatırken, “Ekonomi Bakanımız (Zafer Çağlayan) rica ettiler, beni çağırdılar ‘İran’ın gıda işlemlerine siz aracılık edin’ dediler.” bilgisini de sıkıştırıyordu. Böylece bu sistemin Çağlayan’ın organizasyonu ile kurulduğu anlaşılıyordu.
Fakat altın işi de tamamen durmamıştı. Bu süreçte Zafer Çağlayan, Reza Zarrab ve Süleyman Aslan çeşitli kereler buluşarak üçlü toplantılar yaptılar. Bu randevular da polis tarafından izlenerek kayıt altına alınıyordu. Bunlardan bir tanesi 11 Nisan sabahıydı. Mayıs 2013’e gelindiğinde Süleyman Aslan’ın altın tedirginliği iyice artmış durumdaydı. ABD riskini o günlerden görebiliyordu. Bunu da açıkça telefonda Reza’ya iletiyordu. Zarrab da bunun üzerinde 21 Mayıs 2013 tarihi saat 16.14’te Zafer Çağlayan’ı arayarak “Bu garibimin çekinceleri var, biraz sıkıntıları var.” diyerek buluşma teklif etti. Bakan Çağlayan da “Bir konuşalım işte onu” dedi. Çağlayan sıkıntıyı çözmek üzere Sivas’tan İstanbul’a gelecekti. Saat 16.51’de Süleyman Aslan’ı arayan Reza, “Sayın Bakanım telefon açtılar da, yarın diyorlar müsaitseler 08.30 gibi görüşelim mi derler? Ben sonuçlarını değerlendirelim demiştim Sayın Bakan’a. Geçen gün bana bahsettiğiniz tedirginlik filan vardı ya, onları konuşacağım” bilgisini verdi. Böylece ertesi gün sabah Conrad Otel’de buluşarak konuyu değerlendirdiler.
ERDOĞAN’IN TALİMATIYLA HALKBANK ÜZERİNDEN ALTIN İŞİ
30 Mart 2014’te yerel seçimler vardı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, seçim öncesi cari açığın kapatılması için 2013 sonbaharında ihracata yüklenilmesi talimatını verdi. Bunun da en kestirme yolu altın ihracatından geçiyordu. Çünkü hazır kurulmuş bir sistem vardı. Reza Zarrab’ın kara paraları bir şekilde Halkbank’a getirilecek, sonra altın alınıp ihraç edilecek, böylece cari açık düşecekti. Bunun için Reza’nın ne kadar paravan şirketi varsa hepsi adına Halkbank’ta hesap açılacak ve İranlı işadamının Çin’deki bütün paraları buraya ‘vurdurulacaktı’ (Reza Zarrab, bu işleme para vurdurma diyordu). 3 ayda 3 milyar dolarlık altın ihracatı hedefi konmuştu Reza’ya. ABD’den dolayı riskliydi ama ‘Beyefendi’ de böyle istiyordu. O halde yapılacaktı.
Tarih 10 Eylül 2013… Bakan Çağlayan ile Reza saat 16.30’da Conrad Otel’de buluşup konunun ayrıntılarını görüştü. 2 gün sonra Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’la Haliç Kongre Merkezi’nde bir araya geldi. Ardından Zarrab’ı arayarak Erdoğan’ın mesajlarını iletti. Aynı günün akşamında Zarrab, Happani’yi aradı ve “Sen bu altın işini formülize et, düşün. Çin üzerinden tamam mı… Ben geldiğimde pazartesi konuşayım. Çünkü Başbakan çağırmış konuşmuş şeyle (Aslan’la), talimatlar vermiş” dedi.
16 Eylül’de Süleyman Aslan yine Reza’yı arayarak yine Erdoğan’ın talimatlarını aktardı. “Geçen hafta sizinle konuştuktan sonra yaptık görüşmemizi. Yapın bu işi diyor. Yani yöntem nasıl olur bilmem ama yapın bu işi, yardımcı olun diyorlar.” dedi.
19 Eylül’de Zarrab’ın adamları Rüçhan Bayar ile Happani, telefonda bu altın ihracatı işinden bahsederken, “Bize özel görev verildi” diye bahsediyorlardı. Aynı gün akşam Happani’yi arayan Reza, “Ya 2 milyar bile ihraç etsek önemli, anladın mı? Başbakan’ın nezdinde benim için önemli. Çünkü direkt yanına gideceğim. Sen bir yapmaya çalış” diyordu.
REZA, ERDOĞAN’A “YA BEN BU İŞİ YAPMAYAYIM YA DA…” DİYECEKTİ
Günler ilerledikçe Erdoğan’ın Çağlayan’a baskıları artıyor ve “Bu işi daha da artırın, hızlandırın” talimatları veriyordu. 3 Ekim’de Süleyman Aslan’ı arayan dönemin Ekonomi Bakanı Çağlayan, “Dün akşam 2 saat toplantı yaptık Sayın Başbakan’la İstanbul’da” dedikten sonra Erdoğan’ın “Bu işte hiçbir gevşeme olmasın” talimatını verdiğini iletti. Bu iş hiçbir gevşeme olmadan devam ediyordu ki sonun başlangıcını haber veren bir gelişme oldu. Bugün Gazetesinden Kâmil Maman, Zarrab’ın kurduğu bu kirli çarkı deşifre edecek bilgilere ulaşmıştı. Zarrab, haberi engelleyebilmek için bakanları devreye sokuyordu. İşte bu aşamada Reza’nın dönemin AB Bakanı Egemen bağış’a söylediği bir söz, Hakan Atilla olayının nasıl Erdoğan’a kadar uzanacağının ipucunu taşıyor. 7 Ekim 2013 tarihinde Bağış’ı arayan Zarrab, “Bugün Gazetesi’nden aradılar. Bizim bu hani altın ihracatlarıyla falan alakalı işlerimiz var ya, İran’la altın ihracatlarıyla… (…) Ben de bu konuyla alakalı gidip Sayın Başbakan’la görüşmek istiyorum. Diyeyim ki ‘Benim yaptığım iş ortada. Yaptığımız ihracat ülkeye katkısı, faydası, cari açığın kapanması… Ya ben onları yapmayım ya da bunlarla uğraşamıyorum’ diyeyim…”
Burada Reza’dan Emine Erdoğan’ın vakfı TOGEMDER’e giden 7 milyon dolardan ya da Bilal Erdoğan’ın TÜRGEV’ine giden 3 milyon dolardan söz etmiyoruz. Sadece Halkbank üzerinden kurulan kara para trafiği, ambargoyu delme faaliyetleri ve rüşvet ilişkilerinden söz ediyoruz. İşte Hakan Atilla, Reza’dan Erdoğan’a uzanan bütün bu trafiğin ortasındaki bankacıydı.
(TR724)