Diktatör Mü?..

[Nazif Apak]
Uzun zamandır Türkiye’de diktatörlük tartışılıyor. Konu her açıldığında “Bu ülkede diktatörlük olsaydı, bunları yazamazdınız, konuşamazdınız” gibi cevaplar verilirdi bir zamanlar. Ne oldu sonra? Eleştiri yayınlayabilecek gazete kalmadı, ekranlar karartıldı.  Birileri hala “Yok canım; bu ülkede demokrasi var” diyor. Şimdi cümle biraz değişmiş; “Ben diktatör olsaydım sen kaçamazdın” diyorlar yazarlara. Aslında şöyle demek daha doğru: Gazeteciler demokratik rejimlerde kaçmaz; ancak antidemokratik sistemlerde kaçmak zorunda bırakılır…
BİR ELBİSE DİKELİM
Aslında bu tartışmanın kişiselleştirilmeden tartışılması lazım. Diktatörlük standartlarının belirlenmesi gerekiyor ki daha soğukkanlı sonuçlara ulaşılabilsin. Kimdir diktatör, ne iş yaparlar, nasıl yaşarlar, geride ne bırakırlar gibi sorular art arda sorulur ve somut örnekler üzerinden cevaplar aranırsa mevzu daha objektif bir standarda kavuşabilir. O ölçüler belli olur, diktatör prototipi ete kemiğe bürünürse o elbiseyi kişilere uyarlarsınız; eminim, bazılarına cuk diye oturur, bazılarına da dar gelir…
DİKTATÖRÜN BİR GÜNÜ
Yüzlerce araştırmaya, anıya, belgesele bakınca rahatlıkla söyleyebiliriz ki bütün diktatörlerin ortak bazı özellikleri var. Sadece bir belgeselden kısa özetler yapıp bir-iki küçük yorum ekleyim; siz gerisini düşünün. Youtube’dan rahatlıkla bulabileceğiniz bir belgeselden bahsediyorum: Diktatörün Bir Günü/ A Day in Life of Dictator. Üç diktatörün hayatındaki bir günü mercek altına yatırıyor belgesel. Stalin, İdi Amin ve Kaddafi örneklerinden hareketle diktatörlerin psikolojisini ortaya koyuyor. Modern teknolojinin sağladığı olanakları iyi kullanan yapımcılar, mekanları, şahısları orijinal hallerine uygun bir şekilde canlandırmış. Birinci dereceden olaylara tanıklık etmiş kişilerden de sıkça görüş alınmış. Bakalım, bu belgeselde yer alan bazı bilgiler size de bir şeyler çağrıştıracak mı?
STALİN’İN LİSTELERİ
Sovyet lideri Josef Stalin ormanların içinde inşa edilmiş özel bir sarayda yaşıyordu. Üç bin kişilik bir koruma ordusu vardı. Her gün binlerce kişinin yer aldığı kara liste getirilir, Stalin karar verir; böylece insanlar tutuklanır, hapse atılır, işten çıkarılır, sürgün edilirdi. Her gün listeyi temize çeken ve Stalin’e sekreterlik yapan Ekaterina Katoukova bir gün eve döndüğünde kocasının da tutuklandığını gördü. Stalin’e yalvarması boşunaydı; kocasını bir daha göremedi, kendisi de 2 ay sonra tutuklandı, işkence gördü, tecavüze uğradı. Ve bütün bu olup bitenler Stalin’in emriydi. 20 milyon insanı katletti, yine de doymadı kana. İstihbarat servisinin başındaki Yezhov’a listeler yaptırdı, ölüm ve sürgün emirleri verdi; sonra onu da işkenceler eşliğinde idam ettirdi…
TUTUKLATMA HASTALIĞI
Kaddafi’nin özel fotoğrafçısı Muhammed Glivan listeler yapma ve insanları hapse attırma alışkanlığının Kaddafi’de de olduğunu ayrıntısıyla anlatıyor ve diyor ki “Kaddafi sadece Devletin başı değildi; aynı zamanda yargıçtı, polisti. Her gün tek tek kimin tutuklanacağına karar verirdi.” Kaddafi’nin de binlerce koruma görevlisi ile etrafı duvarlarla çevrilmiş, içinde yüzlerce odası olan bir mekanda yaşaması, ilginç bir benzerlik olsa gerek. Tanıkların anlattıklarına göre Kaddafi’nin bir de televizyon stüdyosu gibi çok geniş bir odası vardı ve tutsak ettiği medyayı oradan yönetiyordu.
https://www.youtube.com/watch?v=TposvnTgmJw
UMUT OLARAK GELMİŞLER
Belgeselde adı geçen üç diktatör de bir umut olarak ortaya çıkmış, başlangıçta güzel hayaller vaat ederek geniş bir destek almış ama sonra güç zehirlenmesine maruz kalarak temizleme/arındırma adı altında (purge)  yapmadık zulüm bırakmamışlardı. Psikologlar, genelde diktatörlerin kişilik bozukluğu yaşadığını, erken yaşta (genellikle babalarından) gördükleri şiddetin ilerideki zulümlerinde etkili olduğunu, fakirlik içinde büyüyüp güç elde edince mal mülk sahibi olmayı istedikleri, bunun da saray yaptırmak, zengin insanlara hükmetmek gibi yansımalarının olduğunu vs. söylüyor.
HAPİSHANE BASKINI
Güçlerini katlayabilmek için kah suikast bahanesi uydurmuş, kah ayaklanma tehdidi savunarak ‘hainler’ in cezalandırılması ve idam edilmesini savunmuşlardı. Mesela Kaddafi, 1996’da Ebu Selim Hapishanesi’nde isyan çıktı bahanesiyle 269 mahkumu katletti. Libya’nın en güvenli hapishanesinde isyan nasıl çıkmış, mahkumlar gardiyanları nasıl esir almış, anahtarları nasıl ele geçirmişti? Hâlâ bilinmiyor. İsyan bahanesiyle yüzlerce gardiyan hapishaneye girerek mahkumları tek tek katletti. İftar saatlerine denk getirilen ve televizyonda canlı yayınlanan idam cezaları uygulandı. O korkunç infazlar yapılırken Kaddafi taraftarları zafer sloganları atıyordu. Bütün bu vahşetler yaşanırken insanlar korkudan ne yapacağını bilemiyor, çaresiz kaldıkları günlerin bir an önce bitmesi için dua ediyordu.
Bitti de! Bütün Firavunlar gibi bütün diktatörler de bir gün çekip gitti. Arkalarında sorgusuz sualsiz hapse atılanlar, açlığa mahkum edilenler, işkenceyle öldürülenler kaldı. Ve hiçbir diktatör, mücadeleyi kazanamadı; geçici olarak galip görünseler bile!

(TR724)